- EREN ÖZDAL
Çador Romanı Korkuyu Örtüyor

Murathan Mungan’ın 2004 yılında yayımlanan ama hala çok okunan Çador romanı, bir adamın ülkesine geri döndükten sonra ailesini arayıp bulma çabasını bizlere aktarır. Ana karakterin ailesini araması bir semboldür, aradığı insan olarak var olma çabasıdır, kadın olarak var olma çabasıdır, birey olarak var olma çabasıdır. Akhbar aslında ailesini değil, kendini aramaya çıkmıştır. Çocukluğunu, hatıralarını, eski sevgilisini, erkek kardeşini, babasını ve babasıyla yaşadığı anılarını aramaya çıkmıştır. Savaşta ölen erkek kardeşinin sevgisini bile ilk defa bu yolculukta fark etmiştir. Çador romanı, Akhbar’ın başından geçen olayları anlatırken aynı zamanda birçok Doğu Kültürü motifine yer vermiştir.
Bugün ve geçmişte savaşların, iç savaşların sürüp gittiği Ortadoğu coğrafyası ve kaos ortamı hakimdir romana. Savaş, acı, hüzün, baskıcı ortam gibi birçok unsur tarih sahnesine ve zihinlerimize yazılmış coğrafyaya ait bir ülkede geçer roman. Bu ülkedeki baskıcı ortamın ve otoritenin getirdiği korku, endişe unsurlarını Murathan Mungan ‘’Çador’’ romanında oldukça güzel bir şekilde anlatmış, adeta bizlere zihnimizde kelimelerle resim çizdirmiştir. Bazı noktalardaki betimlemeleri o kadar güzel ve yerinde ki kendimizi hikayenin içinde buluyoruz. Sanki olayı bizzat yaşıyoruz, korku ve yalnızlık iliklerimize işliyor.
Romanın başkahramanı Akbhar’dır. Akhbar sınır kapısına yaklaştıkça korku ve endişesi artar, yurdundan ayrıyken geride bıraktığı ülkesiyle ilgili duydukları, ülkesindeki iç savaş onu zaten ürkütmektedir. Akhbar savaşla birlikte gelen tedirginliğin bizzat şahidi olmamasına rağmen, herhangi bir görsele maruz kalmadan sadece uzaktan duyduğu, gazete yazıları, baskı ve savaştan kaçan insanların aktardığı bilgilerle bile yeterince korku sahibi olmuştur. Sınır kapısına yaklaştıkça bizzat gözleriyle şahit olduğu unsurlar da Akhbar’ı oldukça tedirgin ederi. Elektrikli tel örgüler, içlerinde mayın olduğunu düşündüğü kabarmış toprak, gözetleme kuleleri, hendekler, siperler, çukurlar ve ne için konulduğu belli olmayan kulübeler… Bu unsurların yanında bir de elbette askerler var. Otoriter bir devlette asker de korku unsurudur. Dilediğini yapma, hesap vermeme veyahut her şeyi kılıfına uydurma gibi ‘’yazısız kanunları’’ vardır. Akhbar tüm bu gözlem ve korku unsurlarının ardından bir de zihninden askerlerin soracağı soruları düşünür. Yıllar sonra ülkesine dönmenin kuşku uyandırmasından, bunun, yetkililerce kötü niyetli bir biçimde yorumlanmasından, bu konuda sıkıştırmaya kalktıklarında nasıl yanıtlayacağını bilemeyeceği akıldışı sorularla karşılaşmaktan çekinir. Romanı okuduğumuzda tüm bu korku unsurlarını göz önüne aldığımızda gerçekten suçsuz bir insanın bile kendisini korku dolu hissetmesinin normal olduğunu gözlemleyebiliriz.
Romanın ilk sayfalarında savaşa dair bir korku vardır fakat sayfalar parmaklarımızın arasından kayıp gittikçe korku unsurları çeşitlenir. Oturdukları mahalleye gelmiştir, annesini arar ama bulamaz; kadınlar çadora bürünmüş, görüntüleriyle, sesleriyle bu hayattan çekilip gitmişlerdir. Akhbar ailesinin bulunması için tavsiye üzerine bir sahafa gider ve sahaf Akhbar’a bir soru sorar: “Okumayla aran nasıl delikanlı?” Akhbar bir iç çatışma yaşarken sahaf bir soru daha sorar: “Kitaplardan korkanlardan mısın?” Akhbar, ürke, kitaplardan korkmaktadır. Akhbar kitapların gizeminden ve verdiği bilginlikten korkar. Bir kitabın kapağı, ona hep tekinsiz bir dünyanın kapısı gibi gelir. Bir kez o kapıdan girdikten sonra bir daha dönememekten korkuyordur, kelimelerin çölünde kaybolmaktan korkuyordur. O aslında gerçekten, uyanmaktan korkuyordur; cahilliğin verdiği mutluluğu kaybetmekten, rahatının bozulmasından korkuyordur. Çünkü okuyanlar, uyanırlar, uyanık kalmak, bir şeylerin farkına varmak her zaman zordur ve bunu gerçekten yürekli insanlar yapabilir. Akhbar yürekli olmaktan korkmaktadır cesaret göstermekten korkmaktadır. Gurbet ele gittiğinde ülkesine dönmekten, ülkesinin değişen yüzüyle karşılaşmak, İslami rejimde görünmez olarak yaşamaktan yaşamaktan, gerçeklerle yüzleşmekten, bilinmezlikten korkmaktadır. Akhbar bu yolculuğa ailesini bulmak için çıkmıştı fakat dağılıp kaybolmuş hayatlar buldu. Artık onun için var oluşun bir anlamı kalmaz, O da bir çadorun içine girer ve geldiği sınır kapısına döner, başta gördüğü meczup gibi dolaşmaktadır artık.
Murathan Mungan’ın Çador romanındaki gibi nice Akhbar’ları kaybedenler olarak düşünebiliriz. Toplumun uyanmasını istemeyen baskıcı rejimler romanın söylediği gibi kişilikleri, kimlikleri ve cinsiyetler siliyor. Bireyi yok edip edilgen bir kitle yaratıyorlar, korku yayıp boyun eğdiriyorlar. Hayal kurma yetisi ve yetkisi bile vermiyorlar.

Çador
Murathan Mungan
Roman, 112 s.
Metis Yayıncılık, 2004