top of page
  • ONURCAN IRMAK

Çatı Katı


Terastalar. Hacı, koca gövdesiyle oturduğu sandalyeyi kaybediyor. Kafasında takkesi. Aklaşmış kirli sakalı. Üzerine, kot pantolonunun içine sokuşturduğu kırmızı beyaz çizgili tişörtünü geçirmiş. Ne kadar zengin olduğundan bahsediyor.

“Benim verdiğim öğütlere iyice kulak verin. Parayı nasıl kullanacağınızı iyi bileceksiniz. Yoksa elinizde avucunuzda ne varsa uçup gider.”

Karşısında gençten bir çift koltukta oturuyor. Kiracıları. Taşınalı iki ay olmuş. Geçen hafta çatırdayan gökyüzü, zamansız yağan yağmur, ardiyeyi iyice ıslatmış. Neyse ki eşyalarda zarar yok.

Kadın tırnaklarını yiyor dinlerken. Gerginlikten. Adam ellerini ve boynunu kütletiyor. Dayanamıyor, “Bizim o kadar paramız olmaz zaten Hacı amca be!” diyor acı gülümsemesiyle.

“Olur mu, ben kapıcı çocuğuydum. Üniversite okumuş insanlarsınız. Sizin de olur. Hiç dert etmeyeceksin. Kenara atacaksın. Dişinden tırnağından artıracaksın.”

“Koşullar. Sizin zamanınızdaki gibi değil ama!”

Hacı başıyla onaylamak zorunda kalıyor. Fakat kısa bir süre. Dayanamıyor. Başka anısına geçiyor. Sinirleniyor adam. Bana ne senin parandan be adam. Yemediği halt kalmamış, bir de bize akıl veriyor. Diyesi var.

Kadının aklı şimdi yarım kalan kitapta. İstanbullu. Metin Eloğlu’nun öyküleri! Sait Faik’i anımsatıyor sayfaları ona. İnsanları anlatışı. Yakınmışçasına. Şiirlerini almıştı ilkin. Sonra adamla birbirlerine okumuşlardı. Kadına, “Sesinde harflerin başını okşayan bir yumuşaklık var,” demişti adam. Öpüşmüşlerdi kelimelerin üzerine. Alelacele…

Hacı karşısındakilerin tepkisizliğinden kendisine pay çıkarıyor. Aklında düşünceler. Çatı katını 4000 liraya verdim, diye kızıyorlar bana. Biliyorum. Ne yapayım başka eve çıksaydınız? Çatınızı da yaptırıyorum daha ne olsun. Acaba ne kadar tutar çatının işçiliği?

Ayaklanıyor.

“Bana müsaade. Kafanızı şişirdim. Ben işçilere bakayım bir. Sonra eve geçerim. İşleri bitmiştir herhalde.”

Kapıya kadar eşlik ediyorlar haliyle. Sinirlerini gölgeleyen zoraki gülüşler yüzlerine zor tutunuyor.

Ses rüzgârın sırtına binip çatıya havalanır diye, kapı kapandıktan sonra yatak odasına geçiyorlar.

Adam kadına;

“Adama bak ya. Ne yaşıyorsa onun doğru olduğundan o kadar emin ki?”

“Başka bir hayatı yok ki. Halimizden anladığımı var? Anca para. İki çalışanız. Kaldığımız eve bak.”

“Ah biraz düzelse halimiz. Ev bakarız da…”

“Daha bu eve yeni taşındık. Nasıl altından kalkarız?”

Burulmuş yüzleriyle sarılıyorlar. Kadının başı, adamın göğsüne yerleşiyor. O sıra bordo telekli bir kumru. Pencerenin önünde. Onları izliyor. Kadının kısılmış gözleriyle buluşunca, kanatlanıyor yukarı.

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page