top of page
  • PROLOG

Üç Kuruşluk Opera mı, Yoksa Hayatlar mı? / Umut Kaygısız


Kötülük yapmaktan çekinmeyen insan mutlu mudur diye başlıyor sorular. Çünkü “Çok mutluyum?” diyerek anlık durum bildirimi yapmaya alışkın olsak da, esasında mutluluk sürece yayılı, genel his durumunun ön plana çıkmasıdır. Bunun, birçok olumsuz duygunun üzerine çıkabilecek kadar baskın bir hale gelmesini sağlarsak, işte o zaman mutluyuz demektir. Kötülük yapmaktan çekinmeyen insanların etraflarına mutluluk saçmasının ironi haline gelmesi kaçınılmazdır. Şimdi kafamızı kaşımadan sorabiliriz asıl soruyu. Kötülükle beslenen birisinin bundan haz mı aldığı yoksa haz alacağı şeyleri ancak kötülük yaparak mı elde edebildiği arasında gidip geldiğimiz noktadayız. Ve uzaklara gitmeden, Bertolt Brecht tarafından kaleme alınmış ölümsüz eser, “Üç Kuruşluk Opera” sayesinde alıyoruz cevabı.

Esasında kötülük yaparak mutlu olma meselesinin aklıma gelmesi doğaldı. Son zamanlarda üç kuruşun ağızdan çıktığı kadar değersiz olup olmadığına fena halde takılmam için yeterli sebeplerim vardı çünkü. Veya üç kuruşlar bir araya gelip insanları mutlu edebilecek kadar kalabalık olabilirler mi diye düşünmekten kendimi alıkoyamayacağım zaman diliminin içerisinde yaşadığım içindi bu hassasiyetim. Bilemiyorum deyip geçiştirebilirdim pekâlâ ama oyun metnini okuyunca, oyunu seyretmesek bile yazılanların düşüncelerimize kılavuzluk etmekte başarılı olduğunu fark etmek ve hayatımıza değer katan bütün üç kuruşlara farklı gözle bakmak hiç te zor değildi. İşte hafızam bu yüzden berraklaştı ve “Üç Kuruşluk Opera” biletini yeniden aldı. Bir kez daha sahne kuruldu gözümün önünde. Bu kez bugünümüzü seyretmenin endişe verici yanlarını törpüleyerek hem üç hem de beş kuruşsuz kalabileceğimi anımsadım.

Oyun, aşina olduğumuz yerden dem vuruyor. İyi insanların kötülerden kendilerini koruyabilmek için koşulsuzca kabul ettikleri “Toplum Sözleşmesi”nin en verimli ürünü olan “mutlak otorite” kendine fiyat biçmeye başlayınca, bunu yaşam biçiminin bir parçası haline getiren iki baskın gurubu konu alıyor “Üç Kuruşluk Opera.” Bir tarafta dilenciler çetesi, diğer tarafta ise soyguncular. Şehrin iki güçlü eşkıya gurubunun istemeden akraba olma durumu mercek altına alınırken, devlet- bürokrasi-toplum etiği kavramları hırpalanırcasına sorgulanıyor. Fiyatı ödenen hiçbir otoritenin önüne durmadığı, toplumun karanlık köşesini temsil eden yeraltı insanlarının, korkuyu temsil eden bütün durumlarda müsterih oluşlarının abartısız bir gerçeklikle sunuluşunu seyrederken veya okurken yutkunmadan edemiyoruz.

Dilenciler, soyguncular ve konu içerisinde onlarla bağlantılı olarak yer alan fahişeler… Hepsi kendi ahlak kurallarını yaratıp toplum vicdanının üzerine kolayca basıp geçerken, olana bitene seyirci kalan devlet kurumlar bu sırada, her türlü usulsüzlük için avuçlarının içini tatlı tatlı kaşımakla meşguldür. Ve çetelerin devletle değil de birbirleriyle mücadele ettiklerini kanıksamak, Toplum Sözleşmesi’nin ancak güzel bir temenni olarak yaşamını sürdürebildiğini görmemize yardımcı olur. Bu sırada bir kez daha yutkunmak ve elbette iç geçirmek olağandır.

Mutluluğu satın almak ile satın alabildikçe mutlu olmak arasındaki farkın ne olduğunu düşüne duralım, hepsinin üç kuruşluk insan değerinden daha yüksek bedelle otorite tarafından satılığa çıkartılışını ustalıkla resmeder bizlere Bertolt Brecht. Ve hakikat ancak sırtımızı yasladığımızı ve bizi koruduğunu düşündüğümüz otoriteye olan güvenimizi kaybettiğimizde ortaya çıkar. Hepsi hepsi üç kuruştur. Mutluluk ta, mutsuzluk ta. Yaşamak ta, ölmemeye çalışmak ta. Ve o üç kuruş kimde yoktur ki? Yozlaşmayı kurnazlık, vicdansızlığı beceriklilik olarak gören herkes için ödemesi kolay bir bedeldir hiç kuşkusuz ki.

Bugün ölüm istatistiklerinin, cüzdanlara sığmayan bol sıfırlarla bilek güreşine tutuştuğunu düşünürsek, hayatlarımızın ancak üç kuruş edebildiğine şaşırmıyoruz demektir. Bertolt Brecht’in “Üç Kuruşluk Opera” adlı eserini herkese tavsiye ederim.


Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page