- PROLOG
Şimdi Nereye Taşınsam / Özlem Kevser Tunca Kermen

Sabah uyandığımda yine aynı şey oldu, banyonun ne tarafta olduğunu şaşırdım. Banyo kapısı diye annemin yatak odasının kapısını pat diye açtım, yattığı yerden zıplayan zavallı annemin şaşkın bakışlarını görünce kendime geldim. İnsan on iki kez taşınınca böyle oluyor, hele de uyku sersemiysen, hangi evde olduğunu karıştırıyorsun…
- Deprem mi oldu, ne oldu? Saat kaç?
- Yok anne deprem filan olmadı, banyo diye senin odana gelmişim…
- Ben sana demiştim bari bir sene daha oturalım diye, ama sen taşınalım artık bu evden diye tutturdun. Hep böyle yapıyorsun, sonra da neresi banyoydu, neresi mutfaktı karıştırıyorsun a kızım.
- Tamam anne ya, başlama gene…
Annem böyleydi işte. Ben ne yapsam mutlu olmaz, şikayet edip dururdu. Ona kalsa paramızın yettiği kadarıyla bir ev satın alıp ana kız o evde birlikte sıkıla sıkıla yaşlanmalıydık. On beş yıldır çalışıyordum ya ben, iyi de maaş alıyordum, on yıl konut kredisi ödeseymişim çoktan bir evim olurmuş, böyle kiralarda sürünmezmişim. Nasıl olsa evlenmiyormuşum, bari bir evim olsaymış… Oysa pekâlâ tanıyordu kızını, beni doğuran da büyüten de oydu sonuçta. Gerçi kimin kimi büyüttüğü tartışılabilirdi, o ayrı konu ama neyse… Sonuçta ben aynı evde birkaç yıldan fazla duramazdım, bunu pekala biliyordu annem, ama benimle birlikte o evden o eve taşınmaya razı oluyor, memleketindeki o pek kıymetli bahçeli evinde tek başına oturmaya asla yanaşmıyordu.
- Komşuluk var mı acaba bu apartmanda? Bugün Nazan ablanı ara da buranın adresini ver, emi kızım? Ben gelirim sana abla merak etme dediydi bana, vefalıdır Nazan, yalnız bırakmaz beni buralarda…
- Nazan ablayla beraber otursanız siz diyorum anne, bak benden de kurtulursun hem, mutlu mutlu yaşar gidersiniz işte Nazan ablayla, ha ne dersin?
- Ben sana fazla geliyorum herhalde, tamam kızım, giderim ben Düzce’ye…
Tam “Nazan abla gelmez ki seninle Düzce’ye, İstanbul aşığıdır kendisi” diyecektim ki, annemi gözü yaşlı görünce derhal vazgeçtim. Yok, biz anlaşamıyorduk bir türlü annemle… Kadın hem sonsuza dek benimle olmak istiyor, hem de benimle birlikte yaşamak zorunda kaldığı hayattan nefret ediyordu. Benim Nazan abla gibi olmamı istiyordu, daha doğrusu Nazan ablanın okumuş versiyonu olmamı. İş hayatında değil ama evde tıpkı Nazan abla gibi olacaktım, her çay saatinde kekler, börekler yapıp anneme ve annemin uygun gördüğü pek sevgili komşularına ikram edecektim. Ama Nazan abla gibi iki koca eskitmiş şen şakrak bir dişi asla olmayacaktım. Mümkünse cinsiyetsiz olmalıydım ben, özellikle de iş hayatında.
- Anne şakadan da anlamıyorsun sen artık… İşine gelince hemen Düzce’ye git! Beni tek başına bir evde bırakabilir misin acaba sen? Hayır anlamıyorum, evlenmemi de istemiyorsun, yaşım kırka gelmek üzere, farkında mısın bilmiyorum.
- Daha Sevgi ablanla Esra ablan duruyor, ne evlenmesi?
- Anne Sevgi abla menapoza girdi artık, Esra abla da çoktan emekli oldu, onlar evlenmez artık, isteselerdi zaten çoktan evlenmiş hatta torun sahibi olmuşlardı, bana onları mı örnek veriyorsun?
- Aman ne de meraklıymışsın sen evlenmeye, ayıp, ayıp…
Evet anneme göre benim evlenmekten bahsetmem bile ayıptı. Oysa kendisi babamı görür görmez aşık olmuş, daha yirmi iki yaşındayken evlenmişti. Babam gibi birisi ya buralarda yoktu, ya da vardı da biz karşılaşamıyorduk bir türlü. Yani babam gibi birini bulabilsem ben de evlenirdim herhalde… Ama ben her şeyden çok çabuk sıkılan karakterimle evliliğe uygun biri de değildim zaten. Annem babamı kaybettikten sonra beni kocası yerine koymuştu sanırım, ama babam benim gibi maymun iştahlı değildi ki… Onlar otuz küsur yıllık evliliklerinde hep aynı evde oturmuş, aynı mobilyaları kullanmış, aynı yerlerden alışveriş etmiş, kısacası hayatlarını hep aynı yerde yaşamışlardı. İşin tuhafı bundan hiç de sıkılmamışlardı. Oysa ben, Aysel ile Cemil’in kızı Aslı, annemle babamın tersine hiçbir yere kök salamıyordum. Babam öldükten sonra annem sırf beni okutabilmek için o çok sevdikleri evi satmak zorunda kalmış ve kadıncağızın hayatı o günden sonra temelli değişmişti. Benim bir işe girip evi geçindirmeye başlamamla birlikte tam on iki farklı eve taşındık biz annemle. Çünkü ben bir yıla kalmadan oturduğumuz evden sıkılıyordum. Zavallı annem tam çevreye alışmaya başladığında ben de yeni bir eve taşınmaktan bahsetmeye başlıyordum. Velhasıl, benimle yaşamak kolay değildi…
- Bu evin manzarası daha güzel ama anne, taşındığımıza değdi bence. Nazan ablayı da ararım ben işe gidince, hemen gelir o seni ziyarete.
- Burası çok uzak ama, nasıl gelecek ki Nazan ablan?
- Ay bir yolunu bulur, merak etme sen, Nazan ablanın bilmediği yer mi var İstanbul’da sanki?
Aceleyle hazırlanıp çıktım evden. Annem arkamdan pek bir hüzünlü bakıyordu, her taşınmadan sonra böyle yapardı zaten. Umursamadım bu sefer, on beş yıllık çalışma hayatımın on ikinci evi gözüme hiç de fena görünmüyordu hani... Bir önceki ev bahçe katıydı, güzel de bir bahçesi vardı. Annem en çok o evi sevmişti sanırım, hem bahçeli olduğu için, hem de Nazan abla gibi bir komşu bulduğu için. Oysa benim o evden taşınma sebebim Nazan ablanın ta kendisiydi…
Annemle çok iyi anlaşıyordu Nazan abla, fakat benimle gizli bir derdi vardı. Yok niye onunla bu kadar az konuşuyormuşum, yok niye onu görünce hemen elime bir kitap alıp odama kaçıyormuşum, halbuki ben hariç herkes Nazan ablanın peşindeymiş, neler de neler… Kadın bir başladı mı konuşmaya, en az bir saat esir alıyordu karşısındakini. Tam benim ertesi güne hazırlamam gereken raporlar var diyecekken, lafı ağzıma tıkıyor, derhal kendisi o meşhur tavsiyelerini vermeye başlıyor ve asla dinlemiyordu beni. Ona göre kadın dediğin evinin kadını olmalıydı, ama her şeyden önce alımlı olmayı bilmeliydi. Oysa benim halim içler acısıydı, sürekli pantolon giyen ve hemen hiç makyaj yapmayan, üstelik saçları kısacık bir kadın nasıl alımlı olabilirdi ki? İşin tuhafı annemle anlaşamadıkları tek konu da buydu. Anneme göre benim evlenmeme ne gerek vardı, Nazan ablaya göre ise benim artık acilen evlenmem gerekiyordu.
İşe gidince annemi ve Nazan ablayı unuttum, yetiştirmem gereken o kadar çok iş vardı ki, akşam nasıl oldu anlamadım bile. Bana işkolik diyorlardı, bunu diyenlerin kendileri tembeldi çünkü. Onların doğru dürüst yapmadığı işleri ben toparlamak zorunda kalıyordum hep, bana teşekkür edecekleri yerde arkamdan dedikodu yapıyorlardı. Ama aldığım para oldukça iyiydi, bu yüzden o dedikoducuları da takmamayı başarıyordum, tıpkı annemle Nazan ablayı artık takmadığım gibi. Eyvah, Nazan ablayı aramayı unuttum, annem ilk iş aradın mı diye sorar şimdi… Arasam yarın atlar gelir bu kadın, aramasam annem sürekli kafamın etini yer benim.
Akşam işten eve gelince annemi beş karış suratla mutfakta oturur buldum. Yine benim sevmediğim çorbayı yapmıştı, ne zaman bana kızsa bu çorbayı yapardı zaten. Yine aç kaldın Aslı… Asıl Nazan ablayı aramayı unuttuğumu söyleyince neler olacak bakalım…
- Bu koskoca evde tek başına bıraktın gittin beni, bir de inadına geç geliyorsun…
- Anne işe gittim her zamanki gibi, seni duyan da gizlice Avrupa seyahatine çıktım falan zanneder ya…
- Bu apartmanı hiç sevmedim ben, taşınalı kaç gün oldu, bir kişi bile kapıyı çalıp hoş geldiniz teyze demedi. Benim yaşımdaki biri için bütün gün yalnız oturmak ne kadar zor biliyor musun sen? Nazan ablanı aradın mı? Adresi verdin mi?
- Sana bir cep telefonu alalım diyorum, inatla kabul etmiyorsun. Bak cep telefonun olsaydı o seni arardı, sıkılmazdın sen de.
- Ev telefonu bağlatsan buraya ne olurdu sanki? Ben cep telefonu kullanmayı beceremiyorum biliyorsun.
- Tamam anne bakarız…
Aniden çalan kapı zilinin sesi konuşmamızı böldü. Anneme Nazan ablayı aramadığımı söylemekten kurtulmuş olmanın mutluluğuyla kapıyı açmaya koştum, kapıyı açtığım gibi Nazan abla “ Aysel abla ben geldim, ay nasıl da özledim seni” diyerek içeri giriverdi. Bunlar sevinç çığlıklarıyla kucaklaştılar, bense şaşkın bir suratla kapıda kalakaldım.
- Nazan abla sen nasıl buldun ki burayı?
- Bir hoş geldin demek yok mu Aslı?
- Hoş geldin…
- Aysel ablamı bulmam mı ben? Sen ararım demiştin ama kaç gün oldu aramadın be kızım… Neyse ki ben sizin eşyalar taşınırken kamyonun üstünde yazan telefon numarasının resmini çekmiştim. Aradım, sordum, nereye taşıdınız o eşyaları diye, aldım adresi, sürpriz yaptım işte size, fena mı?
- Fena olur mu hiç, ne iyi yaptın ah be Nazan’cım… Aslı bir kahve yapıver bize haydi kızım. Ben demiştim bak Nazan ablan beni yalnız bırakmaz buralarda diye. Nasıl buldun bu evin mutfağını Nazan ? Fena değil, epey de büyük sanki?
Yok, yok, bu emlakçılar insanı fena kandırıyorlar. Bu evin mutfağı çok küçükmüş, iki kişi oturunca üçüncüye oturacak yer kalmıyor baksana…