- PROLOG
Adalet, Çözemeyeceği Düğümü Atmamalı / Emrah Tüncer

Gerçek ne?
Murathan Mungan’ın Mezopotamya üçlemesi olan “Geyikler Lanetler” kitabında, Cüdana, insan başlı yılanla konuşmaya başlarken “Gerçeği bilmek istiyorum,” demişti. İnsan başlı yılan da “Gerçeğin ne kadarını bilmek istersin?” demişti. Bu soru ve cevap yıllar geçtikçe daha bir anlam kazanıyor sanırım. Gerçek ne? Ne kadarını biliyoruz? Ne kadarını bilmeye çalışıyoruz? Gerçeğe dayanabiliyor muyuz? Faruk Erem’in “Bu kitaptaki anıların bir kısmını yaşadım. Bir kısmını adliye koridorlarında meslektaşlarımdan duydum.” Diyerek yazdığı “Bir Ceza Avukatının Anıları” tam da bu tür gerçeklerle yüzleştiren, iç acıtıcı olaylara hukuk penceresinden odaklanan bir kitap.
Bilindiği üzere hukuk, bazen gerçeği sınırlamaya kalkar, gerçek ise hukukun sınırlarını aşar. Çünkü gerçek, yaşanılan olaylarla, duygularla ve düşüncelerle örülüdür. Bu anlamda gerçeğin, hukukun formunu yıkıp geçtiğini gösteren çok sayıda hikâye vardır kitapta. Örneğin hiç konuşamayan, bir tartışma anında çocuğunu eşinin kucağına atmak isteyen fakat tutamayıp ölen çocuk için ağır cezaya çaptırılan Fındık Kız’ın söyleyemedikleri karşısında çaresizdir hukuk. Eşinin üstüne Almanya’dan kuma getirilen ve kapıyı açınca ilk eşi Elif’in ölmesine neden olan koca yüzünden hayatı son bulan Elif’in intiharı karşısında çaresizdir. Yine ikizlerine zarar gelmesin diye kendisini feda eden Bezenir ananın; sağır dilsiz olduğu için binlerce kötülüğe maruz kalan Zeynep’in yaşadıkları, duyumsadıkları karşısında çaresizdir hukuk.
Masum değiliz hiç birimiz
Haneke Haneke'yi Anlatıyor (Cieutat ve Rouver 2014) adlı kitapta, “Filmlerinizde karakterleri sıklıkla pencere kenarında görüntülemenizin nedeni nedir?” sorusuna Haneke, ‘..filmlerimde bu kadar çok pencere olmasının bir sebebi de gündelik hayatta da sıklıkla gözlemlediğim doğal bir tavırla ilgili; mesela bir kavga sırasında, muhatabınızla doğrudan göz göze gelmemek için en yakınınızdaki pencereden dışarı, uzaklara bakmayı tercih edersiniz’ cevabını veriyor. Haneke’nin bu söylemi insanların doğrudan yüzleşmekten kaçındıkları, gerçekleri veya zorlukları görmek yerine uzaklara, dışarıya doğru bakmayı tercih ettikleri bir davranış biçimi belki de. Haneke'nin filmlerindeki bu temsil, Erem'in idam karşıtı düşüncelerini destekleyen bir anlam da kurmaktadır. İnsanların suçluyu tamamen yok etmek, dışlamak yerine onu daha derinlemesine anlamaya çalışması, farklı pencerelerden bakması adaletin sağlanmasında önemli bir rol oynayabilir elbette.
Örneğin kitapta babasını öldürdüğü düşünülen Hakkı, ısrarla suçsuz olduğunu söylemektedir ama avukatı dâhil kimse inanmamaktadır. Müvekkiline "itiraf et, indirim alırsın" diyerek tavsiyede bulunan Faruk Erem, yıllar sonra müvekkilin suçsuz olduğunun ispatlanması ve asıl katilin bulunması ile onu hapishane çıkışı almaya gider, işte o an verilen kararların ne kadar önemli olduğunu vurgular: “O zamanlar kanunlarda yeri olan ölüm cezasını almış olsaydı Hakkı, ne olacaktı?” O yüzden tam da bu tür kararların yanlış sonuçlar doğurmaması için canla başla hümanist değerlerin[1] Ceza hukukunda hâkim kılınasına çalışmaktadır Erem.
Linç
Foucault “Hapishanenin Doğuşu” kitabında Damiens’dan bahseder. Krala suikast girişiminde bulunduğu iddia edilir ama bunun bedeli çok ağırdır. Ölüm cezası bile yeterli değildir. Damiens, önce işkence görmeli, sonra parçalanmalı, sonra yakılmalıydı. Böylece hem kendisi hem de başkaları ibret almalıydı. Damiens, Paris sokaklarında sürüklendi. Halk ona taş attı, küfür etti, alay etti. Bazıları merakla, bazıları korkuyla, bazıları da zevkle izledi. Damiens, acı içinde inledi. Ama kimse duymadı. Dört ata bağlandı. Ataların çekmesiyle bedeni parçalanacaktı, kızgın demirle dağlanacaktı. Tüm bunlardan sonra Damiens kan ve ateş içinde kaldı. Son nefesini verdi. İzleyenler alkışladı. Adalet yerini buldu (mu?). Foucault, bu hikâyeyle insanlara adaletin kırılganlığını hatırlatır, onları adaletin inşasına dair sorumluluk almaya teşvik eder. Yanlış kararların insanlar üzerindeki etkilerini anlamak ve hatalı adalet sistemlerini düzeltmek için çaba göstermenin ne kadar önemli olduğunu belirtir.
Faruk Erem, idam karşıtı düşünceleriyle şekillendirdiği “Bir Ceza Avukatının Anıları” kitabında da insan haklarına saygılı bir hukuk sisteminin önemini vurguluyor aslında. "Suçluyu kazıyınız, altından insan çıkar" söylemi bize suçlunun da bir insan olduğunu hatırlatıyor ve bu nedenle hukukun insan haklarına saygılı olması gerektiğini söylüyor. Yine Erem, "Adalet, çözemeyeceği düğümü atmamalıdır" ve "Adalet yanıldığını anlayınca geri veremeyeceğini baştan almamalı" ifadeleri, adaletin hatalarının geri dönüşü olmayan sonuçlar doğurabileceğine dikkat çekiyor. Masumiyet karinesi ve tutuksuz yargılanma ilkesi gibi hukuki prensiplerin, kişiye suçlu damgası vurulmadan önce adaletin sağlanmasında dikkate alınması gereken unsurlar olduğunu ifade ediyor.
Kitabın Künyesi
Kitap adı: Bir Ceza Avukatının Anıları
Yazar adı: Faruk Erem
Yayınevi: Lykeıon Yayınları
Basım tarihi: 2021
[1] Ceza hukukunda hümanist doktrin, hümanist değerlerin Ceza hukukunda var olmasını öngörür. Bu doktrine göre suçu ne olursa olsun suçlu, bir insandır ve insan haysiyetinin korunması gerekmektedir.