top of page
  • GÖZEN ESMER

Albay Buendia’ya Mektuplar -5-


Sekizinci Mektup

Albay Buendia,

İtiraf etmeliyim ki son zamanlarda size karşı bazı kuşkularım var. Bu kuşkularımı besleyen nedenlerin başında bana hâlâ bir cevap göndermemiş olmanız geliyor. Bir diğer önemli neden ise isyanlarınız öncesindeki gizemli kayboluşlarınız.

Dahası sizin isyanlarınızın başlangıcıyla, “Büyük Dönüşüm”ü başlatan altın standardının kabul edilişi örtüşüyor. Bu durum bir çelişkiyi mi gösteriyor yoksa sizin de bu lanetlenişin bir parçası olduğunuzu mu doğruluyor?

Daha açık konuşmak gerekirse Albay siz gerçekten bir devrimci misiniz yoksa savaştan, kandan, ölümden beslenen bir savaş ağası mı?

Bedeli sırrımızın açığa çıkarılması olsa bile bunun cevabını öğreneceğim işte o kadar!

Dokuzuncu Mektup

Bana gözleri kanlı bir gümüş balık göndererek ne kastettiğinizi anlıyorum Albay. Şu an ölümle tehdit edildiğimin farkındayım. Ancak siz de bana bir yanıt vermek zorundasınız. Şunu belirtmeliyim ki biz düşman değiliz ve bu bir satranç oyunu değil.

Benim neyi bilip bilmediğimi böyle mi öğreneceksiniz? Sizi gerçekten iyi bir taktisyen diye bilirdim. Üstelik böyle bir sorgunun benim için bir aşağılama olacağını bildiğiniz hâlde yapmaya kalkışmanız gerçekten güvensizliğe hatta düşmanlığa yol açıyor.

Oysa bizim ıslığımız bile aynı değil mi Albay? Esmer, zayıf gölgemizle birlikte her gece içlenerek baktığımız o yıldız aynı değil mi?

Dostluğumuzu Adrien ve Mihail bile kıskanır diye düşünmez miydik Albay? En azından ben öyle düşünürdüm. Şimdi bana göndermiş olduğunuz gözleri kanlı gümüş balığını eritip bir kurşun yapacağım. Bu kurşun günlüklerimin arasında kalbinizi deleceği günü bekleyecek.

Dinleyin Albay,

Ben sizin her sözünüzü emir sayacak cahil Macondolulardan değilim. Dionysos şenliklerinde tanrılara şarap sunan mitolojik çobanlardan hiç değilim. Ne ağanın yanaşması oldum ne de beyin tımarcısı.

Siz de tanrı kral olmadığınıza göre…

Biz ikimiz Albay, ancak ikimiz bir Musa ederiz. Eğer derdiniz Firavun’u yenmekse bu tehditlerinizden ve alaylarınızdan vazgeçmelisiniz.

Bu bahsi kapatmak ve isyanımıza yeni bir fırsat tanımak adına size Büyük Dönüşüm’den söz edeceğim. Evet hani şu bankerlerin çok sevdiği Polanyi’nin kitabından. Çünkü Avukatın işaret ettiği miladın detayları bu kitapta anlatılıyor.

Sizi her şeyin başladığı yere götürmek istiyorum. Ne Alplerdeki buz adamın yanına ne Sibirya’da bulunan ilkel yazıtlara ne de Asya Steplerinde gizlenen büyük ve şaşırtıcı zenginliğe.

On iki takımadadan, karaları yok etmek için birbirleriyle yarışan dev dalgalardan, vahşi köpek balıklarının soğuk gümüş korkusundan söz edeceğim.

Size büyük şapkalarının gölgesinde bile gizleyemedikleri çekik gözlü bakışlarıyla ölümü dize getiren, bütün dünyayı yerinden oynatacak o muazzam buluşu icat eden insanlardan söz edeceğim.

Üstelik bu mucitler buldukları şeyden habersizdiler ya da öyle olmayı tercih ettiler. Bankerlerin bonolarına, rantiyelerin arsa cinayetlerine, sanayicilerin kan emiciliğine, sefaletten bile kâr sistemi kuran tüccarlara daha çok vardı.

Rab için yapılmış piramitlerin tanıtım ve organizasyon işleri piyasaya açık ihale yoluyla arz edilmemişti daha. Sonra kutsal günlerin icadı ve o günlerde yapılacak kara indirimler yoktu.

Para yoktu. Paranın bedeli olan kan ve faiz de yoktu.

Bu on iki adanın insanları kur dalgalanmasına göre değil engin okyanusun gelgitlerine göre yaşardı.

Sular yükselince bir başka sular çekilince bir başka olurlardı.

Ne yazık ki mi demeli yoksa iyi ki mi demeli bilmiyorum ama Albay bu insanlar icat ettikleri şeyin kendilerine yüzlerce yıl sonra atom bombası olarak geri döneceğini bilmeden birbirleriyle kutsanmış bilekliklerini paylaştılar.

Suların çekildiği ve yükseldiği günlerde büyük şölenler düzenlediler. Aletlerini, tohumlarını, şaraplarını ve tuzlarını paylaştılar. Hatta kadınlarını ve erkeklerini de.

Sonsuz kardeşliği kurmayı başarmışlardı ama ilkeldiler ve bu yüzden zamana yenilmeye mahkûmlardı.

On iki ada on iki yıl boyunca Utu kanunlarıyla yaşadı. Karşılıklılık ve gerektiğinde yeniden dağıtım. Bu yolla yarattıkları deniz aşırı uygarlık insancıllığın görüp görebileceği en güzel şeylerden biriydi belki.

Çünkü o günden beri kardeşlik bir özlemden, doyulmamış, çılgınca yaşanmamış karmaşık duygulardan ibaretti.

Aslında bu karşılıklılığın dinden bir farkı yoktu. Takas bu dinin töreni ve ayiniydi. İşte o törenlerden birisini anlatacağım size Albay. İnsanlık olarak başımızın belaya girdiği o günü.

Kabile Şefi Akira ile Kouto arasında bir takas yapıldı daha doğrusu bu iki şef birbirlerine armağan vererek dostluklarını ve kan kardeşliklerini başlattılar. Bu ayine bir incelik yarışıydı desek yalan olmazdı.

Önce Akira köpek balığının yüzgecinden yaptığı bilekliği çıkartıp, Kouto’nun kabilesinin kutsal taşının üzerine koydu. Kouto ikinci taşın üzerinde tütsüyü yaktı ve elindeki ateşle kan kardeşinin yüzüne baktı. Bir ilahi mırıldandı; göklere mi yalvardı, denizlere mi ağladı, hayvanlara, toprağa mı yakındı. Kouto onlardan izin istemişti. Bu kan kardeşlikten evvel oğlunu kaybetmişti ve bu yüzden Akira’nın kabilesiyle kanlı bıçaklı düşmandı. Kouto tütsülemeyi bitirdikten sonra, Akira kalbine yakın bir yerden döktüğü kanları bilekliğe bulaştırıp dikkatle yere koydu. Üzerine az bir toprak serptikten sonra arkasını döndü. Mavi okyanusun gücüne bir kez daha boyun eğmişti. Bir Kabile Reisinin yabancı topraklarda arkasını dönmesi, diğer kabileye güvendiğinin bir göstergesiydi. Kouto’nun yanındaki Chi-Sun yerdeki bilekliği aldı ve dualar mırıldanarak şefinin bileğine taktı.

Tanrılar izin vermişti ve karşılıklılığa dayanan ilk deniz ticaretini başlatacak değiş tokuş böyle yapılmıştı.

İnanır mısın Albay, bu yaptıklarının eşi benzeri yoktu. Her şey on iki adanın on iki halkının gözü önünde yapılmış ve bu tören 12 yıl boyunca farklı adalarda aynı şekilde sürmüştü.

Bu karşılıklılık Utu dini yıkılana kadar sürüp gitti. On iki adanın on iki halkı, Utu sayesinde her şeye sahipti ve aynı zamanda hiçbir şeye sahip değildi. Kabileler 6.yılda tanrılarını bile değiş tokuş ettiler. Elbette tanrılara kendilerini adayan hizmetkârlarıyla birlikte…

İşte böyle Albay, Akira ve Kouto belalı bir denizde insanca ve uygarca dünyanın ilk dış ticaretini yapmışlardı.

Fakat bize bıraktıkları miras kötülükten ve sefaletten başka bir şey değildi. İlk takas insanlığın bağrında açılan ilk yara oldu. Ve evet Albay biz bu sayede öğrendik insan olduğumuzu.

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page