top of page
  • M. SALİH KURT

Babil Balığı




“Yeryüzündeki bütün aynaları gördüm ve hiçbiri beni yansıtmıyordu.” – Jorge Luis Borges, Alef



Daha önce Dost Kitabevi Yayınları'nın yıllar boyunca yayımını üstlendiği serinin -ki seri hakkında bir yazıda "...Babil Kitaplığını başından sonuna hatmetmemiş biriyle öykücülüğün farklı yönleri üzerine girişilecek bir tartışma, nafile bir çabadır..." diye yazığımı hatırlıyorum- bayrağı Kırmızı Kedi Yayınevi'ne geçti. Pek çok kitabının baskısının artık hayli zor bulunduğunu göz önüne alırsak bu oldukça memnuniyet verici bir gelişme. 30 kitaplık serinin tercümelerinin büyük kısmı elden geçirilerek ve bir kısmıysa baştan tercüme edilerek okurla buluşturulacak. Seriyi Borges öyküleriyle açıp daha önce Türkçeye tercüme edilmemiş bir başka Borges kitabı, "Rüyalar Kitabı" ile kapatmayı planlamışlar. Babil Kitaplığını bilen/okuyan azımsanmayacak bir kitlenin varlığından haberdar bulunduğumdan, yazıya da haber önceliği bulunan doneyle girmeyi uygun gördüm -ki seriyi kalben ve fiilen bilen ya da Borges ve öykücülük üzerine bir başkasının düşüncelerini okuma heyecanına kapılmayacak okur, yazının geri kalanını atlayabilsin.


BORGES VE ÖYKÜ


Arjantin doğumlu ve İspanyol dili edebiyatının önemli isimlerinden Jorge Luis Borges'in dünyaya yayılan ünü büyük oranda öykülerinden gelir. Şiirleriyle makalelerine ise her dilde rastlanmaz. Büyük kayıp; devasa bir kütüphane olarak hayal ettiği cennetine kavuştuğunda, yani Ulusal Kütüphane'nin başına getirildikten sonra görme yetisini kaybetmesi üzerine "...de Dios, que con magnífica ironía/me dio a la vez los libros y la noche" mısralarını hediye alan insanlığın kaybı. Öykülerini tanımlamada pek çok "farazi" kelimeye başvurulur. Gerçeküstücü edebiyatla ilgilenen dergilerde şiirleri ve makaleleri boy gösterdiği, matematiği görsel boyuta taşıyan ve rüyalar gibi sürreal verilerden izler barındıran öyküleri (sıklıkla zaman, sonsuzluk, ayna ve labirent imgelerini, matematiğe göndermeleri, paradoks ve metafizik soruları içerir) nedeniyle "gerçeküstücü" yakıştırması tanımlamalardan biridir. Gerçeküstücülük her ne kadar ucu bucağı olmayan bir akım olsa da Borges'i tanımlamak için tam anlamıyla doğru değildir. Kelime ve cümlelerin içinde sakladığı başka başka anlamlar her ne kadar Borges öykülerinin bir kısmına yansısa da tamamını içerdiğini söylemek veya öykülerinin temelinde sadece bunun yattığını savunmak mümkün olmaz. Kısaca, ancak Labirent'te gövde bulacak bir imkânsızlık formülünde, gerçeküstücülüğün enginliği Borges'in imgelemine dar gelir. Büyülü gerçekçilik, yapılan tanımlamaların bir diğeridir. Pek çok eleştirmen gibi ben de Borges'in ancak bu akımın öncülü kabul edilebileceğini düşünüyorum. Borges öykülerini ille de bir şemsiyenin altına sokmak istersek bunun en doğru adresinin spekülatif kurgunun altında, fantezi edebiyatı olduğu kanısındayım. Alt-tür kavramını pek deşmeyen (buna hiçbir mecburiyeti de bulunmayan) okur nezdinde popüler kültürün boca ettiği başka başka eserleri çağrıştırması, sanırım bir salgın halinde yayıncılarla eleştirmenleri "fantastik" ve "fantezi" terimlerinden uzaklaştırmakta. En azından inanmak istediğim bu, "gerçeküstücülük" ile "fantezi"nin aynı şey olduğu yanılgısına düşmediklerini ve/veya samimiyetle kendi kategori atama yöntemlerini geliştirmediklerini varsayarsak. Evet, serzeniş. Yıl 2016 oldu, yaza yaza bileklerimize kramp girdi, fantezi edebiyatının "Hobbit'inde yüzükler, Elf'inde bilezikler, oy sana dolanayım Dungeons&Dragons" türküsünden fazlasını içerdiğini anlayın artık! Her neyse, amacım Atwood ve Le Guin arasındaki tartışmanın bir benzerini yaratmak değil. Tür ayrımının yorucu tartışmalarından bunaldım ve ne zaman bu tartışmalar alevlense aklıma Alejandro Jodorowsky'nin bir röportajında verdiği yanıt geliyor artık. Yazınının büyülü gerçeklik olarak adlandırılması sorulduğunda özetle şöyle der Jodorowsky: "Buna katılmıyorum ancak elden bir şey gelmez. İnsanlar yeni bir şey gördüklerinde bunu diğerleriyle/benzerleriyle ve eskiden bildikleri şeylerle karşılaştıracaklardır. Bir isim vermeye koyulacaklardır" (Ilan Stavans'ın röportajında eksiksiz halini bulabilirsiniz). Kafka'dan ziyadesiyle etkilendiğini ifade eden Borges'in, ardından gelen binlerce yazara ilham olmasına rağmen Kafkaesk gibi belirtici ve ayırıcı bir sıfatın (Borgesvari tanımına nadiren rastlanır) ismine ithaf edilmemesi belki de bundandır. Hiç olmaza Borgesvari İkilem (Borgesian Conundrum) diye bilinen terime sahibiz: "Yazar mı hikayeyi yazar, yoksa hikaye mi yazarı?"


DÜŞ KOLEKSİYONCUSU


Dünya çapında, edebiyat alanında ün sahibi olmak günümüzün reklamcılık ve tanıtım karmaşası göz önüne alındığında artık yavan bir şeydir. Ünün nereden geldiği, yazarın/şairin neden sevildiği daha önemli bir veridir. Borges'in bu ününün kaynağını bulabilmek için hayatını ve uğraşısı biraz irdelemek yeterlidir. Kurguya ve dile hayal gücüyle yaptığı katkıların ötesinde, yazarlığından çok okurluğuyla övünen, hayallerimizden fırlamışçasına öykülere hayatını adamış bir öykü koleksiyoncusudur Borges. Azımsanmayacak kadar tercümesi de bulunan Borges, Brautigan'ın Kürtaj'ındaki isimsiz kütüphanecinin etten kemikten gerçekliğe en yakın örneğidir (parodiyi uzak tutup, kâbusuna yatarsak elbette). Borges'e sevgimiz, bu masalsı kahramanlığında başlar. Edebiyat tarihinde Boris Vian ve daha bir çok örnekte rastlayabileceğimiz yalancı tercümanlığa Borges de başvurmuştur. Tercüme olduğunu iddia ettiği, aslında kendi yazdığı hayli yazısı mevcuttur. Hatta Carlyle'dan etkilenerek zaman zaman gerçekte var olmayan yazarların kitapları üzerine incelemeler kaleme aldığı da bilinmektedir. Bu kurguculuğunun izlerinin sonraki yazın hayatıyla bağdaştığı faktörler bulunur. Kum Kitabı'nın varlığına suniliğin pençelerinden sıyrılarak okuru başka hangi yazar inandırabilirdi ki? Borges için bir başka done "insani hata" hakkıdır. Ne yazını, ne hayatı ne de düşünceleri hatalardan muaf değildir. Kusurları onu daha gerçek, yazınınıysa insan elinden çıkmış kılar. Onu Dostoyevski gibi ilahlaştırmak, yazınının herhangi bir "ideal" şeyi barındırdığını savunmak olanaksızdır. Yaratısına ithaf edersek, sonsuz sayfa ve düzlem arasında bile bile kaybolmaktan zevk alan bir noktadır. Kusursuz bir düşünür olduğu da iddia edilemez, hatta kimi zaman neyi neden düşündüğünü kestiremezsiniz. Gelgelelim düşüncelerindeki çeşitlilik vurdumduymazlıktan ileri gelmez. Bir nebze büyüklenme hissiyatını her nasılsa zarif bir akılcılığa dönüştürüverir. Düşündürür. Büyüklenmesi bu anlamda didaktik, itici bir şeye değil, dinleyenin/okurun ikinci kez bir şeyi gözden geçirmesine olanak tanıyan bir davete dönüşür. Örnek olarak, Richard Burgin'in "Borges ile Söyleşi" kitabında (Mitos Yayınları, 1994), Borges'in Rus edebiyatı hakkında şu düşüncelerini paylaşmak sanırım durumu az da olsa izah edebilecektir: "İnsan nedense Rus romanlarında hiçbir şeyin doğru olmadığını hissediyor; çünkü karakterler hep birbirlerine birbirlerini anlatmakla meşguller. Evet, Çehov'un daha zarif bir stili var. Ama örneğin Dostoyevski'de, karakterlerin eli ayağı, uzun öz açıklamalarla bağlanmış durumda. İnsanların böyle şeyler yaptıklarına inanmıyorum ben, ama belki de Rusya'da yapıyorlardır."



BABİL KİTAPLIĞI


Borges'in yıllar boyu yaptığı okumalar, Franco Maria Ricci'nin de aracılığıyla (Kırmızı Kedi'nin yeni baskısında Enis Batur'un önsözüne kavuşsak da Dost'un baskısındaki Maria Ricci önsözünden mahrum kalmışız) dünya okurlarına bir armağana dönüşür. Borges'in kişisel kütüphanesinden bizzat seçtiği (kimler yok ki, Kafka, Stevenson, Wilde, Kipling, Machen ve daha niceleri), fantezi dokusunun çeşitlemelerle sayfalara yayıldığı eserler, Borges'in bir öyküsüyle (nedenini anlamak için lütfen bu öyküsünü okuyunuz) aynı adı taşıyarak bizlere ulaşır. Biz okurlara bu armağanı, ona duyduğumuz sevgiyi doruk noktasına ulaştırır. Kırmızı Kedi'nin yeni basımında ilk kitap Borges'in öykülerine güzel bir girizgah sağlayacak dört öyküsüne ("25 Ağustos 1983," "Paracelsus'un Gülü," "Mavi Kaplanlar" ve "Yorgun Adamın Ütopyası"), bu öykülerle son derece bağdaşan, yazarın zihnini ve yaratısını anlamaya giriş niteliğinde Maria Esther Vazquez'in Borges'le gerçekleştirdiği söyleşiye ayrılmış. İkinci kitapsa acımasız saldırıların ustası Fransız bir yazara, Leon Bloy'un fantezi ve kara mizah dokulu on iki öyküsüne ait (elbette Borges'in önsözüyle). Borges'in tekrar tekrar okumaktan zevk aldığını belirttiği bir yazar Bloy. Mutsuz gençliğini Katolik Kilisesine duyduğu nefretle tamamladıktan sonra, Kiliseye ve tanrıya hizmet etmekle şeytana hizmet etmek arasında gri bir alanın bırakılmadığı dönemin Paris'inde tanıştığı Katolik bir yazarla olaylara bakışını değiştiren Bloy, sıkça kapıldığı öfke nöbetleriyle tanınır. Bu değişim onda uç noktada Dolorist bir duruş şekillendirir. Ona göre bütün fiziksel zevkler şeytandan gelmedir ve ancak acı çekerek insan günahlarından arınabilir. Yazıları neticesinde Katolik Kilisesinde bazı değişimler de meydana getirmiştir. Yazıları, dönem hakkında bilgi sahibi olmadan tadına varmaya fazla müsaade etmez. Öfkesini yöneltmediği kimseyi bırakmamıştır. Bu öfkesi çelişkili şekillerde yazınına yansırken öykülerinden çağımıza kalan, ilk elden yorumlanabilir en önemli tema insanlığın iki yüzlülüğüdür. İroni baskın unsurdur. Kıssadan hisseleri tersten okurmuş gibi bir havaya sıkça rastlanır.


Babil Kitaplığı'nın ortalama iki saatte okunabilecek her bir kitabı tekrar tekrar okumalara açık. Muazzam, Borges'in elinden çıkma bir seçki olması dışında serinin en güzel yanı bu. İkinci kez okumayı isteyeceğimiz, bir sonraki okumada farklı bir şeyi keşfedeceğimiz kitapları bulmak kolay şey değil. Böyle seçkiler hazırlayacak nitelikli-okur-aydınlar ise artık yok denecek kadar az. Sanıyorum, modern aydın profili bir başkasına laf yetiştirmek ve seminer verip para toplamakla meşgul... Dileğimiz Babil Kitaplığı'nın otuz kitabına bir an evvel kavuşabilmek. Mesut Özden Gözütok'un ve Işık Ergüden'in tercümeleriyse gayet başarılı. Elbette hatasız değil (misal, bkz. 1. kitap sayfa sf.35: "...büyülenmişçesine halde...") ancak kusursuz tercümeyi kovalamanın imkansız bir uğraş olduğunu hatırlatalım. Son olarak kişisel tercih olarak, Dost baskılarının kapak ve boyutlarını daha çok beğendiğimi belirtmeliyim. Dost baskısında gerek ebat gerek kapakların tasarımıyla kitaplığımda özel bir seriye sahip olduğum hissiyatı daha ağır basıyordu. Yeni ebat ise kitapçılardaki herhangi bir kitaptan farksız ve her ne kadar kapak üzerindeki siyah beyaz, bir öyküyle ilintili çizimleri beğensem de modern hatları sebebiyle gözüme çok sıradan görünüyor. Belki de doğrusu budur, bilemiyorum...




"Babil Kitaplığı 2: Sevimsiz Öyküler" - Leon Bloy, Kırmızı Kedi, Çev: Işık Ergüden, 108sf.






"Babil Kitaplığı 1: 25 Ağustos 1983 ve Diğer Öyküler" - Jorge Luis Borges, Kırmızı Kedi, Çev: Mesut Özden Gözütok, 111sf.


Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page