top of page
  • FARUK DUMAN

Baş



Yine bir kere, bir yerden dönüyordum. O sıra unuttuğum bir yer. Nereden, ne iş yapmış da bunca yükle dönüyordum? Bunu anımsayamıyordum bir türlü. Ama yanımda ağır yüküm vardı. Sırt çantam tıka basa dolmuştu yine. Eve varmayı özlüyordum. Öyle yorulmuş ve bitkin düşmüştüm ki, artık eve girdiğimde yapacağım şeylerin hayalini bile kuramıyordum. Yıkanmak, çayı demlemek, evin ısınması zaman alacağından kalın bir şeyler giyinmek. Annemin ördüğü koyu mavi yün patiklerim vardı. Onları geçirmek ayağıma, koltuğa oturup bir kitap almak ve öylece, gelecek olursa. Uykuya teslim olmak. Bunu yol boyunca pek çok hayal etmiştim. Ama artık bu düzen içinde tutamıyordum kafamı. Adımlarım ağırlaştıkça, düşüncelerim de bulanıyordu sanki. Hani neredeyse yorgunluktan, ayakta, yani daha yürürken uyuyacaktım. Kar vardı. Karın sesi de ritmini yitirmişti.

Bu sırada birini gördüm. Sırtında kalın, koyu lacivert bir parkası vardı, on adım kadar önümde birden belirmiş yürüyordu. Parkanın başlığını kapatmış, boynunu sıkıca bağlayıp büzmüştü. Öyle sanıyordum. Ama bu kişinin, parkanın başlığıyla büzülerek belirginleşmiş başı neredeyse fırlayıp, o sıra, gecenin o saatinde iyice bulanmış, koygun gökyüzünde yok olup gidecekti. Bu baş, bir balon gibi sallanıp kendine göre çırpınıyordu. Onu uyarmak gerekir miydi, bu ilkin aklımdan geçti. Sonra ben kendi başımı salladım, uykumu dağıtmak istedim bununla. Gözlerimi yeniden açtım, az kaldı, az, diye mırıldandım. Böyle durumlarda, insanın kendi sesini duyması önemlidir. Ses ne de olsa önce dışarıya çıkar, sonra kulağınıza gelir. Yani böyle bir konuşmak, size kendi gerçeğinizi kanıtlayabilir.

Neyse, biraz ayılmış oldum, durup karın iyice soğuttuğu havayı. Çıtırtılar çıkararak içime çektim. Evet. Burnumdan, ağzımdan içeriye kar parçaları giriyor. Ama bunlar ağzımda ya da burnumda öyle hemen erimiyordu. Ama bana zindelik veriyordu. Toparlanmıştım biraz.

Bu sırada, önümdeki kişi de benden uzaklaşmıştı. Sokağı dönmeden önce, köşedeki sokak lambasının altında, gerçi yüzünü göremedim ama. O ara durup bir sigara yaktı, dumanı üfledi, duman da yine o bulanmış koyu gri, tatsız havanın içinde hızla yitip gitti. Sanki mavi bir eli vardı. O uzaklıktan bana öyle geldi. Mavi bir el.

Çantanın ağırlığıyla sırt üstü düşecek gibiydim. Yeniden, derin uzun bir soluk aldım, yine başımı salladım. Koşmak istedim.

Eve vardığım zaman yalnızca ayaklarım değil, bütün bedenim karıncalanmaya başlamıştı. Çantamı indirdim, yıkanmaya boş verdim, patiklerimi giyindim, kazağımı, yünleri kuşandım, okuma lambasını açtım, kitabımı kucağıma aldım, nasıl bir yoldan, ne eziyetlerle eve döndüğümü düşündüm okumaya başlamadan önce. İşte tam bu sırada odanın penceresinde bir tıkırtı işittim. Kalkıp perdeyi araladım. O deminki baş, yerinden kopmuş, gecenin, ayın aydınlattığı serpintili göğünde yükselmeye başlamıştı.



Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page