top of page
  • PROLOG

Bilmem Ne Oteli / Kübra Erbayrakçı


On beş numaralı bilmem ne otelinin odasına giriş yapıyorum, elimde taşıdığım koca valizle birlikte. Valizin içinde sakladığım bütün hayatım ile. Çocukluğuma gitmek, gençlik yıllarıma geri dönmek için geldim buraya. Önce elimi yüzümü yıkıyorum sonra deniz manzaralı balkona doğru yol alırken çocukluğuma gidiyor aklım, benliğim ve ruhum. Leblebi tozunu içtiğimiz yıllar, atarinin olduğu zamanlar, bilgisayarların evlere yeni yeni girmeye başladığı günler. Biz en çok sokakta oyun oynayan çocuklardık. Sek sek, saklambaç, futbol ve sayısız oyunlar. Futbol oynarken; yere düşer kalkar, çoğu zaman yenildik diye ağlardık. Sevmezdik yenilmeyi. Bir de oyun arkadaşımızın başkasıyla oynadığını gördüğümüz zaman kıskanırdık. En azından ben kıskanırdım. Çocukluk aşkımı o yıllarda tanımıştım. İsmi, Sercan. İki iyi arkadaş iken, anlamadığım tarifsiz sevdaya tutulmuştum. Annesi beni çok sever, benim annem de onu. Her canımız sıkıldığında soluğu evlerde alan çocuklardık biz. O bize gelir, en çok da ben onlara giderdim. Komşu Necmi ağabeyin deyimiyle; Kankaydık biz. Bu kankalık sandığımız kadar uzun sürmedi. Zaman hızla akıp giderken, iki yetişkin birey olma yoluna, yani liseye geçmenin vermiş olduğu büyüklükle Sercan’la yollarımızı ayırmıştık. Her şey bir anda olup biterken rüzgâr onu benden alıp çok uzak diyarlara götürdü. Oyun arkadaşım gitmişti. Sonra nedensiz yere o hayatımda hiç var olmamış gibi yaşamaya devam ettim. Unuttum. Çocukken kavga ettiğimizde söylediğimiz o söz aklıma düştü şimdi:

“Seni sildim telefon defterimden.”

Meşhur Hepsi grubunun şarkı nakaratı sözüydü bu.

O yıllar; Gülçin, Cemre, Eren ve Yasemin'in olduğu yıllardı. Hiç var olmamış gibi benden uzaklaşan o ilk aşkın yerini lisede çok kişi doldurdu; Muhammed, Fatih, Murat ve daha niceleri. Hayatıma ne çok arkadaş sığdırmıştım. Okulu astığımız gün, hep beraber bir yaz gününde Fatih’in ehliyetinin olmasının verdiği büyük heyecanla Mudanya’ya kaçamak yapmıştık. Mudanya, Bursa’nın denize kıyısı olan yerleşim yeri olduğundan, canımız deniz havası çekmiş olmalı ki, arabayla yola çıktık. Korkusuz, cesur insanlardık. Ya da gençlerdik mi desem! Anılar biriktirmiştik, pul biriktirir gibi. Lisede bitince, yollarımız ayrıldı ve bir daha onları görmedim. Üniversiteyi yurt dışında okudum ben. Çekik gözlülerin memleketine gittim, çayını içtim ve dillerini konuştum. Kültürlerini de benimsemekten geri kalmadım. En güzel anlarımı Kırgızistan’da yaşadım. Farklıydı ama maceranın tam ortasında kendimi keşfederken insanları tanıma fırsatı da buldum. Ne çok insan tanımıştım; Özbek, Kazak, Afgan, Moğol, Türkmen ve daha sayamadığım milletten olan insanlar ve yüzler. Güzeldi o yıllar. Sonra bir gün bütün ışıklar söndü. Karanlıkta kaldım, boşluğun tam da ortasında. Tek başıma kalınca anladım; her şey bir gün bitiyor. En nihayetinde mutlu geçen günler daha çabuk tükeniyor. Yeni bir güne uyandığında anlıyorsun yalnız başına kaldığını. Zaman geçmiyor, günün en güzel vakitleri evin içinde ve üniversite bitmiş, işsiz birey olma yoluna çoktan girilmiş, Covid çalmış kapını. İki seneye yakın evin pis kokan havasını solumuşsun, insanlardan korkar olmuşsun. Herkes yabancı. Telefonun dostun olmuş, sırlarını ona anlatarak zamanı tüketmeye odaklanmışsın. Hala işsizim.

Covid bitti. Eski düzen sonbaharın gelişi gibi gelmiş, dayanmış kapına. Yüksek lisansı yalpalayarak da olsa bitirmenin gururu içinde gülüp eğlenirken, akademi dünyasına devam etmek istediğimden adım atmışım doktora hayaline. Ve bir gün hayalim gerçeğe dönüştüğünde tüm ülke deprem haberiyle sarsılmış. Biz de uzaktan eğitime geçtik. Zaman bitti. Ben orta yaşa doğru adım atarken çocukluğumu özlediğimi fark ettim. İşte bu yüzden, bilmem ne otelinin on beş numaralı odasındayım. Yalnızım ve elimde valizin içine koyduğum çocukluğum var. Annem var. Göklere uğurladığım babam, bana gülümsüyor. Öldüğünden habersiz olduğum babaannemin şakaları inletiyor ortalığı. İlk aşkım, Sercan. Evlenmiş, mutlu olduğunu bildiğim uzun boylu, yakışıklı olmasa da karizmatik bir evlilik sürdürüyor. Fatih, Murat, Muhammed ve diğerleri... Hala haylazlık peşindeler. Üniversitede tanıdıklarım ise çoktan adam olmuşlar. Sobanın üzerinde kızarttığımız ekmeğin kokusu burnumu sızlatıyor. Salçalı ekmeğin üzerine serptiğimiz poyun tadı düşüyor damağıma. Kulağımda annem, “Akşam ezanı okunmadan don evine,” Babamın her akşam sarhoş halleri. Eski bir binanın kırık dökük merdivenlerinden düşmesin diye yakarışlarım. Ve annem ile babamın bitmek bilmeyen kavgaları. Ne çok anı birikmiş valizimin dibinde. On beş numaralı odanın deniz manzaralı balkonunda geçmişe giden kalbimin çarpıntısında bugünün ekonomi dalgasında nasıl yaşayacağımı düşünüyorum. Geçmiş özlemle dolu. Çocukluğum yanımda. Bana, “Oh!” dercesine bakıyor. Sarılıyorum ona. Çünkü, en çok o hak ediyor sevilmeyi. Ancak, “Hoşça kal,” diyerek o da terk ediyor beni.

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page