- PROLOG
Bir Çift Kanat / Şebnem Balevi

Elbette yoğun kar yağışı başlamasaydı ve görüş mesafesi beş metreye kadar inmeseydi o tabelayı görür görmez yoldan sapmayacak, çam ve köknar ağaçlarının hayaletimsi dalları arasında dar bir yolda bir süre ilerledikten sonra Mazhar’ın yolu, o köhne kulübeye düşmeyecekti. Üzerine yapışan sırnaşık kar taneleri yüzünden tabelada ne yazdığını tam olarak okuyamamış, sadece sondaki “…SİSİ” hecelerini görebilmişti. Ağaçlıktan geniş bir alana çıktığı anda karşısında beliren ahşap yapı bir dinlenme tesisinden çok terk edilmiş bir viraneye benziyordu. Ancak orada durmaktan ve karın insafa gelip zavallı sürücülere yol vermesini beklemekten başka çaresinin olmadığının da farkındaydı.
Dört saattir aralıksız çalışan ve su kaynatan motoru stop ettirerek arabadan indi ve nedenini anlayamadığı bir iç sıkıntısıyla geniş, karanlık pencerelere şöyle bir baktıktan sonra kulübeye doğru yürüdü. Kapıdaki küçük zilin sesi, orada hayat olduğuna dair bir emareydi onun için. Ahşap zemine adımını attığında seramik bir sobanın boş masaların ortasında yandığını görmek keyfini yerine getirmeye yetmişti.
İçeride hemen karşı tarafta mermer bir tezgâh vardı ve ardında bir kapı boşluğuna asılmış sarı renkli plastik şeritler sarkıyordu. Oranın mutfak olduğunu tahmin ederek ve zil sesinin duyulduğunu umarak yan yana dizilmiş masalardan birine ilişti. İş için gittiği uzak bir şehirde bir hafta soğuk, renksiz bir otel odasında kaldıktan sonra, onu bekleyen iki küçük kızına ve karısına kavuşmak için can atıyordu. Yol boyunca, kapıdan girdiği anda boynuna sarılacak küçük kolları, burnunu gıdıklayacak ipek saçları düşünmüş, karısının yasemin kokusunu içine çekerek uyumanın hayalini kurmuştu.
Etraf çok sessizdi. Belki yorgunluktan, belki de uzun süren sessizlikten dolayı kendini tuhaf hissediyordu. Birilerinin gelip siparişi alması neden bu kadar uzun sürmüştü? Dışarıda devam eden amansız kar yağışı durmazsa ne yapacağını düşündü. Artık yapacak bir şey olmadığına göre bir an önce bir şeyler yemekten ve –elbette kar izin verirse- yola tekrar çıkmaktan başka bir derdi yoktu.
Etrafı incelemek için arkasını döndü. Gözü karşı duvarda boylu boyunca uzanan bir rafa ilişti. Duvarda yirmi kadar irili ufaklı doldurulmuş kuş diziliydi. Hayvanlar kaskatı ve sabit gözlerle ona bakıyorlardı. Mazhar, çocukluğundan beri kuşlardan korkardı. Üç, dört yaşlarındayken parkta oynadığı bir gün bir martının acımasız saldırısına uğramış, kafasına konan aşağılık kuş, onu gagalayıp saçlarının arasında derin bir yarık açtıktan sonra uçup gitmişti. O günden beri ayırt etmeksizin kuş cinsinin her türlüsünden korkar, kanatlı olan her şeye karşı tiksintiyle karışık bir nefret duyardı.
Sarı püsküller sallanır gibi oldu ve Mazhar oradan birinin çıkacağını umarak dikkat kesildi. Nihayet bir şeyler yiyebilecek, sonra da oradan basıp gidebilecekti. Ancak tam o sırada iki omzunun altında, kürek kemiklerinin hemen üzerinde hafif bir kaşıntı hissetti. Sanki derisine bir iğnenin ucu batmış ya da bir böcek sokmuştu. Sol elini omzunun üzerinden arkasına doğru uzattı ve kazağının üzerinde bir şişlik olduğunu fak etti. Hemen ardından sağ elini kazağının içine sokarak sol omzunun üzerinden geriye sarkıttı. Sol eliyle dirseğini ittiriyor, daha aşağı ulaşabilmek için destek alıyordu. Sonunda parmakları pütürlü bir çıkıntıya değdiğinde, irkilerek çekti elini. O her neyse, derisinin üzerinde bozuk para büyüklüğünde bir alana yayılmıştı. Şaşkınlık ve korku arasında, tatlı bir kaşıntının ürpermesi ile sarsıldığını hissediyordu. Sakinleşmeye çalıştı ve içeride bir yerlerde bir ayna olması gerektiğini düşünerek ayağa kalktı. Oraya gidecek ve kazağını çıkararak ne olduğunu görmeyi deneyecekti.
Tezgâhın ardında bir tıkırtı duyunca tekrar yerine oturdu. Sanki gizli kapaklı bir şey yaparken suçüstü yakalanmıştı. Sarı saçakların arkasından yaşlı bir adam çıktı. Üzerinde doktorlarınki gibi beyaz bir önlük ve elinde küçük bir not defteri ile bir kalem vardı. Bir şey söylemeden masaya doğru yürüdü ve ona sadece tost ve omlet yapabileceklerini söyledi. Mazhar hemen peynirli omlet ve çay sipariş etti ve olabildiğince doğal bir sesle, “Tuvalet ne tarafta?” diye sordu. Adam tezgâhın çaprazındaki ahşap kapıya kaçamak bir bakış atarak “Tuvalet arızalı,” dedi.
Mazhar sadece ellerini yıkayacağını söyleyerek oraya doğru yürümeye başladığında, adam rahatsız bir kıpırdanışla onu süzüyordu. Ahşap kapı gıcırdayarak açıldı ve Mazhar bir ayna bulmayı umarak içeri girdi. Ayna, tuvaletin dar ve karanlık girişinde, kırık bir lavabonun hemen üzerindeydi.
İdrar ve rutubet kokusuna aldırmadan, kazağını üzerinden çıkarmak için hamle yaptı. Ancak kazak, bir çiviye takılmış gibi çıkmamakta direniyor, ne yaparsa yapsın onu üzerinden sıyırıp atamıyordu. Durup, derin bir soluk aldıktan sonra tekrar denedi. Bu sefer önce kollarını sıyırdı ve yünlü kumaşı boynunun üzerinden aşırarak, kazaktan tamamen kurtuldu. Sırtında bir ağırlık, bir gariplik vardı. Geriye dönüp baktığında yaşadığı dehşet ve ıstırabı bastırmak için ağzını iki eliyle kapatması gerekti. Omuzlarının hemen altında bir çift kanat peyda olmuştu. Her birini en fazla bir güvercininki kadardı. Fakat onların büyüdüğünü hissedebiliyordu.
Beti benzi atan Mazhar, kanatlar iyice büyürse o kapıdan çıkamayacağını düşünerek kendini dışarı attı. Yaşlı adamı orada öylece dikilmiş onu beklerken bulacağını sanıyordu. Fakat ortada kimseler yoktu yine. İçeride kaderine boyun eğmiş kuşların keskin bakışları, karın yansıttığı donuk ışığın altında daha da parlıyordu. Tek düşünebildiği bir an önce oradan çıkıp gitmek, arabasına binip evine dönebilmekti. Evvelâ şehrin girişindeki büyük hastaneye uğrayacak, onu görünce büyük ihtimalle şok geçirecek doktorlardan kanatları kesip atmalarını isteyecekti.
Kanatları sandalyenin arkasından çekip aldığı montla örterek dışarıya çıktı. İleride, karla kaplı ağaçlık alan kül rengi bulutların altında yükseliyordu. Soğuk, bir dalga gibi yüzüne vururken, Mazhar her adımında kanatların, neredeyse bir kartalın sahip olabileceği büyüklüğe ulaştığını hissediyordu. Onları çırpmaktan aciz bir şekilde arabaya yaklaştı. Kanatları nasıl sığdıracağını bilemeden ama yine de umutla, kurtulmasına az kaldığına inanarak, son kez o karanlık kulübeye doğru dönüp baktı. Yaşlı adamın, elindeki tüfeği ona kararlı ve acımasız bir biçimde doğrulttuğunu gördü.