- ONUR AKYIL
Çiş

Adamın elbette bir adı vardır; oldukça yaşlı görünüyor. Bu hale, yaşa mı demeliyim, bir adı olmadan geldiğini düşünmek saçmalık olur. Fakat, basit bir ayrıntı, ki anladığınızı sanıyorum adamın adını bilmiyorum. Hayır, bunu önemsiz bulmuyorum elbette ama adını bilmiyorum. Kuşkusuz başına gelenler adının ne olduğundan daha önemli. İnsanlık bunu mutlaka anlayacak, isimlerin değil olanların önemli olduğunu. Neyse hayat dersini bir köşeye bırakalım…
Tam olarak şöyle: sarsıcı bir yaz. Ağustos’un son haftası ama yaz, kesinlikle yaz. Galiba berbat bir intihar deneyinden birkaç gün sonra, adam denize kavuşmaya karar veriyor ve bir gece otobüsüne atlıyor denize giden, daha doğrusu denize doğru giden.
Ölmeyi becerememek insanlarda serinleme isteği uyandırabilir, olabilir bu; daha sonra bu konuyu uzun uzun konuşalım. Mesela dünyadan gerçekten bıktığımız, şiir okuduğumuz ve sarhoş olduğumuz bir gece…
Sarhoş deyince aklıma geldi; adam, şu bizim adı bilinmeyen, hatırlanmayan, belki de hiç konmamış adam, denize giden gece otobüsüne sanırım biraz sarhoş biniyor. Ne diyorlar… İçkili. Zavallı bir şeyden bahseder gibi, aslında komik. Neyse, ne diyorduk, ha evet otobüs, gece, deniz, eski aşklar ve radyodan dinlendiğinde uyuşturucu etkisi yapan şarkılar… Pardon, yalnızca otobüs, gece, sarhoşluk ve denize doğru gidiş… Bir de adam.
Kendine oturacak bir koltuk bulur bulmaz uyumaya başlıyor, biraz sarhoş olduğuna karar vermemi sağlayan şey bu. Denize gidiş uykusu. Mutlaka rüyada görüyor olmalı. Rüyasında ne gördüğünü bilemem elbette, nereden bileyim… Ama bir çılgınlık olsun diye sizin için bazı tahminler yürütebilirim… Bir futbol maçı… İki kasaba takımı arasında ama… Yağmur ki nasıl, çamur içinde bir saha, koşturan genç oyuncular… O da ne top kayboluyor, oyuncular koşturmaya devam ediyor ama… Rüya işte. Başka bir tahmin… Başka bir tahmin…
Gösterişli, lüks bir bar. Yerlerde bile içki şişeleri var… Adam barmene yaklaşıyor ve gülümsemekten yırtılmak üzere olan ağzıyla ‘bira’ diyor. Barmen saygıyla başını sallıyor ve ardını dönüp bira getirmeye gidiyor. Bir süre sonra ağlayarak geri geliyor barmen, bira yok, diyor; hiç biramız yok. Birden, her yeri içki şişeleriyle dolu olan bardaki tüm içki şişeleri patlıyor ve barmen yüzerek kaçarken, bizim adam yüzme bilmediği için boğuluyor. Tahmin evet, gerçi bu kâbus gibi sanki.
Şöyle bir rüya ya da… Şöyle… Adam bir gece bir otobüse atlıyor, otobüsün nereye gittiğini bilmiyor, kendinin kim olduğunu unutuyor, sonra uyanamıyor… Evet, bu daha değişik bir şey oldu, daha değişik bir durum. Rüyayı aştı.
Belki de benim bu gittikçe saçmalaşan rüya tahminlerim, son derece anlamsızdır. Adam yalnızca uyuyordur… Aslında öyle, adam yalnızca uyuyor. Kapalı gözlerinin ardında acayip uzaklıklar, ilginç yakınlıklar, parlak renkler ya da tuhaf düzlemler falan yok. Eski arkadaşlar ya da ne zamandır görülmeyen akrabalar da… Normal bir uyku; normal ve sakin.
Fakat her uykunun pek bilinmese de bölünme ihtiyacı vardır. Eğer uyku gerektiği zaman, gerektiği biçimde bölünmezse insan tıpkı az önceki rüya tahmininde olduğu gibi hiç uyanamayabilir.
İşte denize giden, daha doğrusu denize doğru giden otobüste de bizim adam uykusuna çok bilinen bir sebeple ara veriyor… Çok bilinen neden ne mi? Ne olabilir… Çiş.
Muavin kendini çağıran yolcuya doğru ilerliyor, abuk bir şey isteyeceği belli yolcunun. Muavin yolcuya, yolcu muavine bakıyor; insanların anlaşmak için yaratılmadığı açık. Çişim geldi, diyor bizim adam duyulur duyulmaz bir sesle. Muavinin aklına pis bir espri geliyor ama toparlıyor hemen kendini… Molaya bir saatten fazla var, diyor. Yüzünü buruşturuyor bizim adam, altına işeyecek hali yok, arabayı durdurmalarını istiyor muavinden, hemen işeyip gelebilir. Muavin bu isteğin geleceğini biliyor zaten, canı sıkılıyor, şoföre sorması gerektiğini söyleyip şoföre doğru yöneliyor. Zaman bazen akar bazen de acımasızca akar, çişiniz geldiğinde zamanın acımasızca aktığını daha iyi anlarsınız, bazen bazenin içinde olmak kaygı vericidir.
Adamımız neredeyse patlayacakken muavin geliyor ve araba duruyor, hemen halledin lütfen, diyor muavin. Başıyla onaylıyor bizim denize doğru giden adam ve fırlıyor yerinden. Otobüste iniyor, soğuk ve gece. Çok, çok karanlık bir gece.
Otobüsün hemen arkasına doğru hızlıca bir kaç adım atıyor adam. Otobüse sırtını tamamen dönüyor, fermuarını indiriyor, şeyini buluyor ve huzura ermek üzere hamlesini yapıyor ama o da ne…
Korkuyor gerçekten; gerçekten korktuğunu hissediyor. Kendini yeniden otobüse atmak istiyor, ardını dönüyor ve otobüse binmek istiyor ama şimdi de otobüsün yerinde yeller esiyor… Gecenin karanlığında, gecenin çok karanlığında öylece yalnız kalıyor, dağ başını andırır bir yerde, gerçi bir şey görünmüyor karanlıktan ama dağ başı olmalı öyle değil mi? Bir an kendini, korkularından hangisini öncelemesi gerektiğini düşünürken buluyor adam… Fakat içinde denize ulaşama arzusu da uçuşmuyor değil…
Sorular öylesine hızlı akmaya başlıyor ki, sanki çok basamaklı bir merdiveni koşarak çıkmış ve ciğerleri patlamak üzere. Ne yapacağını bilemez bir durumda ama nedense aklı demin başına gelen olaya kitleniyor kısa bir an için de olsa. Demin evet, az önce, işemek için şeysini çıkardığında ve kendini serbest bıraktığında… Uçmaya benzer bir duygu yaşamak beklentisindeyken…
Fakat ilginç ki o an aklına geldiği hızla kayboluyor, koşmaya başlıyor birden, sanki otobüsü yakalamak istiyor; ortada kaçmış bir otobüs varmış gibi. Başka bir şey düşünemiyor haklı olarak, otobüs kaçmış olmalı…
Bir süre sonra yoruluyor. Duruyor. Nefes nefese. Çişinin geldiğini duyuyor yeniden. Artık ardını dönmesi gerekmiyor, otobüs yok, kim bilir nerede, kendinin bile nerede olduğunu bilmiyor. Yine de deniz çıkmıyor aklından, deniz dalgalanıyor, gittikçe büyüyor dalgalar, dalgalar her şeye çarpmaya başlıyor sonra, dalgalar kontrolden çıkıyor, dalgalar, dalgalar, dalgalar; hayır dalga sesleri hiç de rahatlatıcı değil.
Şeyini buluyor yeniden fermuarını açıp, çıkarıyor ve işiyor. Rahat rahat işiyor. Muhteşem hissediyor, keyfi yerinde, hem de nasıl.
Birden yanındaki muavinin ayrımına varıyor. Muavin ona bakıyor, sadece bakıyor, herhangi bir şey söylediği falan yok. Nereden çıktı bu herif, diye düşünüyor. Otobüs yok, muavin var. Hava da aydınlanmış. Artık gece değil. Nasıl oldu bu, diye düşünüyor. Havanın aydınlandığını hiç mi hiç fark etmemişti. Muavinin ağzından bir şeyler dökülüyor, günaydın, diyor galiba. Günaydın. Tuhaf bir yolun ortasında, tuhaf bir zaman diliminde, işeyen tuhaf bir adama söylenebilecek enteresan bir günaydın. Anlaşılan o ki bu günaydına bir karşılık vermesi lazım; günaydın diyor o da. İşemeye devam ediyor, çiş bitmiyor, kesilmiyor, akıyor habire. Muavin hayran hayran, hiç bu kadar uzun işeyen birini görmediğini, söylüyor. Gülümsüyor adam; uzun uzun işiyor olmanın ne denli önemli bir şey olduğunu kavrıyor sanki. Kendine olan güveni tazeleniyor, bu tazelenmeyle otobüsün nerede olduğunu soruyor muavine. Muavin ilk soruyu savuşturmak istiyor, anlamazlıktan geliyor bu yüzden adamı. Adam sorusuna cevap alamayınca, yineliyor sorusunu. Çok mu önemli; önemli olmalı, soru değil elbette, cevabı önemli olmalı. Belki de otobüs öldü, diyor muavin düşünceli bir sesle, otobüs ve içindeki herkes öldü belki de, diye ekliyor. Duyduğu bu korkunç ifade bile kesmiyor adamın çişini, çiş akmaya devam ediyor; fakat adam hüzünlü bir sesle dile getiriyor şaşkınlığını, ama ben, diyor, denize doğru gidiyordum.
Muavin, otobüs nereye gittiğini bilmez kimsenin, demekle yetiniyor, gözlerini alamıyor adamın çişinden. Çiş öyle akıyor ki, sanki dünya üzerindeki tüm soruların cevabı… Hatta otobüs gibi birden kaybolan ne varsa, hepsinin yerini biliyor çiş.
Bir süre öylece kalıyorlar adam ve muavin; muhtemelen çişin bitmesi bekleniyor, fakat bitmiyor çiş. Adam muavine, sen git, diyor, git ve kendini kurtar, ben beklemek zorundayım. Muavin kısa bir an düşündükten sonra adama, hem yürüyüp hem de işeyebilir misin, diye soruyor. Denize doğru mu, diye soruyor adam da, evet, diyor muavin, denize doğru.
O an ayrım anı; insanı insan, düşünceyi düşünce ve eylemi eylem yapan an. Hep olduğu gibi sessizlikle örülü, garip bir sakinliği olan an. O yaşanıyor işte. Adam hem yürüyüp hem işeyebilir mi düşünüyor. Aslında zor bir şey değil, zor olmasa gerek. Belki biraz üstü başı ıslanabilir. Muavin bir şeylerden emin, bekliyor.
Gerçekten de bir süre sonra herhangi yeni bir cevaba ihtiyaç duymadan yürümeye başlıyor adam ve muavin.
Adam yeni bir soruya ihtiyaç duyuyor ama, deniz uzak mı?
Muavin, dünyaya, diyor, dünyaya vardığımızda oldukça yakın olacak.
Sonra bir otobüs geçiyor yanlarından hızla, kendi otobüsleri, içinde yalnızca muavin ve adam yok.