- PROLOG
Dört Ayak Üstü-II / Deniz Tarsus

...
Kalbi kavrulup kararmış iki kardeş. Birinin ruhu ötekine bağlı. Biri ne sezse öteki de. Biri ne fısıldasa öteki de. Rüzgar yine sağanakta. Bastırdı getirdi sesi. Ebran’la Çolpan dönüp dağlara baktı. Belli mi olur anne babalarını duyacaklar belki. Ağaçların vasiyeti duyuldu. Kimse anlamadı. Önlerine döndüler.
- Hala burada mıdır acaba annemle babam? Hemen ruhun göğe yükselmesi bana çok saçma geliyo. O değil de babam beni çok özlemişti, telefonda kaç defa söyledi. Yıllık iznimi erken kullanıp gelseydim! İlaç şirketinde bok vardı sanki!
- Hayat bu. Nerden bilceksin kardeşim yangını? Bilseydik zaten gelir anamızın babamızın başında nöbet tutardık.
Ebrar rakıyı aldı dikti. Kadehi gösterip, “İhsan abi bize biraz daha getirsen ya.” İhsan’ı bıraksan barakayı yıkıp kendini uçurumdan atacak. Öyle içi acıyor. Sırf insancıklar toprağını evini bırakmasın, ölüsünün yanında yasını tutarken bi dayanağı sofrası olsun diye dükkanı açık tutuyor. Yoksa eski denizci İhsan. Zaten evveli bu meyhane işine sabahları tuttuğu balığı akşam rakı yanına koyarak başlamıştı. Sırf keyfine. Ancak bu yangın yok mu, bitirmişti onu da. Gücü yok. Yaşı çok. Ya tekneye denize sığınacak ya uçurumdan atlayacak. Devlet zaten ortada yok. Ne yardım ne fayda. Köylü, itfaiye, belediye tetikte destekte. Elden ne gelirse. Doğru düzgün elektrik bile yok. Yangın söndürüleli iki üç hafta oldu. Ne gelen var ne giden. Meyhaneyi kandille aydınlatmak aklına gelmiş. Rakı, balık, bir iki parça yemek var. Onları da az ilerideki kaynak suyunda soğutuyor. İhsan’ın meyhaneyi açık tutmaya karar verdiği gün de cabası. Civarda dolanırken tepeden gelip uçurumdan aşağı akan kaynak suyunu görmüş. Bütün orman hiç olmuş, bu su hala akmakta. İncecik evet ama akıyor mu, akıyor. İhsan’ın şaşkınlıktan oturup suyla konuşmuşluğu da var. “Canına yandığımın dünyası ne garip. Onca yangın felaket oldu. Hala da akıyor, hala da akıyor arkadaş! Ben nasıl akmayayım şimdi? Hangi tazyik ta tepedeki kaya seni yaşatıyo, nasıl dünya bu?”
İhsan rakıyı getirdi. Altlık olsun diye peynir karpuz da kesmiş.
-Sağ ol İhsan abim.
Ebrar çakır keyfi biraz geçkin. İhsan’a döndü.
- Bence öldüler de burdadırlar. Hemen gitmezsin ki. N’apcan gökte. Bok mu var? Buralarda dolanıyolardır. Apar topar zaten neden gidersin ki? Babam meyhaneye geldiğimizi anlayınca keyiflenmiştir kesin di mi be İhsan abi?
İhsan bir şey söylemedi. Ebrar’a gülümseyip tabakları bıraktı gitti.
- Ne bileyim ya. Kafam çok karışık. Bütün hayatın boyunca annenle, babanla, kardeşinle bir sürü an paylaşıyosun. Bir sürü hatıra. Ama sonra o insanları kaybedince yaşadığın anıların içine hapsoluyosun. Bir daha yenisi yaşanmayacak. Biliyosun. Yani aslında bütün o özgürlük daha büyük esaret getiriyo. Şöyle köşeye bi çekiliyosun. Geçmişe bakıyosun. Bi sürü şey birikmiş. Günün sonunda. Hepsi de götünüze girsin deyip gülüyo pezevenk hafıza. Bütün o anılar, iyi kötü günler, aksine boğazını sıkıyo. İçim daralıyo Ebran. Nereye gitmeli, ne yapmalı, hiç bilmiyorum. Öksüz kaldık kırk yaşında.
Ebran’ın geçmişi bir anda boğazına turktu. Taş oldu kaya oldu dağ oldu özlem oldu ırak oldu yol oldu sınır oldu öteki oldu geçmiş oldu var oldu yok oldu masal oldu çığlık oldu musiki doğdu ağıt oldu ormana dağıldı piknikte ağaca bağlanan salıncak oldu avuçta ezip ezip kokladığı bahar otu oldu dalından koparıp kütür kütür yediği salatalık oldu karadutun dalına konan saka oldu oradan bulutlara dokundu su oldu göz yaşına boğuldu dalga dalga harelendi yuvalandı ev oldu ev oldu aile oldu - aile - ocak oldu ısıttı huzur doldu derin uykulara boğuldu rüya oldu dilemeye direndiği arzulara yar oldu annesinden sabahları yayılan uyku kokusu oldu nefes oldu duruldu hüzünle yoğruldu özlemin devamlı esen rüzgarında babasıyla yaptığı uçurtma oldu kolunu kırdığında annesinin teselli olsun diye yaptığı sütlü kurabiye oldu çocukken anlatılan masallardaki korku oldu korkuya gülen cesaretli gençlik oldu aşk oldu ilk sevgilisini annesine anlattığı fısıltı oldu sır oldu her anı masal oldu yine özleme boğuldu. Boğazdaki taş oldu.
Çolpan’la göz göze geldiler. Buz gibi. Birbirlerine baktılar. Geçmişleri hafızaya doldu. Öylece. Çabasız. Çabasız olan her şey kainatın kendisi. Öyle ağır, acı bir ağrı kafalarına çöktü. Diş dibinden başlayan sızı gırtlağı düğümledi. Ağzı, dişi, dudağı, dili avucuna dökülecek sandı. Kasık ağrısı gibi vurdu içten yüze. Yine bir yel çullandı tepelerine. Ee ağaç, orman kalmazsa serseri rüzgar canı nerede isterse orada at koşturur. Yel kırbaç gibi vurup masaya serili gazeteyi, sigara kutusunu fırlatmadan hemen önceki son sessizlikte Ebran güç bela nefes aldı.
- Öksüz müyüz artık?
devam edecek...