- TUĞRUL KARATAŞ
Dönüş

Fatih, kendisini uğurlamaya gelenlere baktı. Sanki askere gideceğim, diye düşündü. Yatağan’ın bu küçük otogarında ancak böyle zamanlarda, buna benzer bir kalabalık olurdu. Amcaları, teyzeleri, kuzenleri, herkes gelmişti. Kendine dikkat et demeler, cebine çaktırmadan para sıkıştırmalar, derslerine iyi çalış tembihleri havada uçuşuyordu. Hepsine, merak etmeyin, dedi. Sesi güvensizdi ama bu kalabalıkta kimse fark etmedi bunu. Bekledikleri otobüs otogara giriş yaparken annesi, uzun zamandır zor tuttuğu gözyaşlarının akmasına izin verdi. Annesiyle uzun sürdü vedalaşması. Kendini zor tuttu ama annesi gibi gözünden bir iki damlanın düşmesine de engel olamadı. “Dikkat et, bir şeye ihtiyacın olursa beni ara,” dedi babası sessizce kulağına. Yeteri kadar para almasına rağmen yine cebine para sıkıştırdı elini öptürürken.
Bu veda sahnesini muavinin, “Kalkıyoruz abi,” diyen tok sesi böldü. Otobüse yöneldi Fatih. Kendisini uğurlamaya gelen kalabalığa el salladı kapıdan. İçerisi de dışarısı gibi kalabalıktı. Kimseye çarpmamaya çalışarak ilerledi, yerine yerleşmeden önce çantasını, koltuğunun hemen üstündeki boşluğa koydu. Koltuklara göz gezdiren muavinin, “Gidebiliriz kaptan,” diye seslenmesinden sonra otobüs ağır ağır hareket ederken, oturduğu kısma gelen yakınlarına el salladı. Gözden yitene kadar annesiyle babasını takip etti. Ardından her gün yürüdüğü yollara sanki bir daha hiç gelmeyecekmişçesine hiçbir yeri atlamadan baktı. “Nerede ineceksiniz?” diye yanına gelen muavine, “Akçakoca,” dedi. Muavin, ineceği yeri not alırken, Akçakoca’da otogarın şehir merkezinin dışında olduğunu, şehir içi dolmuşlarıyla merkeze gidebileceğini söyledi. Öncesinde gittiği için biliyordu Fatih bunu.
İstediği okulu kazanmasına rağmen bir sıkıntı vardı içinde ama bunun sebebini bulamıyordu. Belki ilk kez bu kadar uzun bir yola yalnız gittiğinden belki de yaşayacağını düşündüğü zorluklardandı bu. Bilmiyordu. Bir süre yolu izledi. Çok zorlanırsam bir yıl sonra dönerim, dedi içinden.
Bu düşünce babasıyla kayda gittiklerinde oluşmuştu. Kayda gittiği zaman kazandığı okulun binası bile olmadığını öğrendiğinde yaşadığı hayal kırıklığı, neredeyse Fatih’le aynı boyda, fazla kilosunu göbeğinde biriktirmiş, pos bıyıklı müdürün, yeni okul oldukları için başlarda sıkıntı çekebileceklerini söylemesiyle ikiye katlanmıştı. Bina sorunu çözülene kadar başka bir okulun binasında eğitim göreceklerini sözlerine eklemişti müdür oysa Fatih’in hayalinde ortaokulda yaptıkları geziler sırasında gördüğü okullar gibi bambaşka bir okul vardı. Babasının yüzüne bakınca, kafasından kendi düşündüğüne benzer şeyler geçtiğini anladı. İkisinin de içine sinmemişti bu durum ama şu anda yapacak bir şey yoktu. Tercih zamanı, öğretmen lisesini istiyorum, diye tutturmuştu, ailesinin bu kadar uzağa gitmemesi için yaptığı konuşmalar bir kulağından girip diğer kulağından çıkmıştı. Bilse böyle olduğunu, ısrar eder miydi? Tüm bunlara bir de uzaklık ekleniyordu. En azından yakınlarda olsaydı diye sonradan çok söylendi ama yapacak bir şey yoktu artık. O yüzden kayıttan sonra babasıyla yemek yerken yüzüne bakamadı bir süre. Durumun farkında olan babası, “İstersen bir yıl sonra bize yakın bir anadolu lisesine geçiş yaparsın,” dedi. Bu söz yüreğine su serpti Fatih’in. Öyle yaparız baba, burası tamamen farklıymış, dedi. Ama içinden…
Değerli yolcularımız, İzmir Otogarı’nda yarım saatlik molamız başlamıştır. Mola bitiminde yerlerinizde olmanız rica olunur.
Dışarı çıktı. Otobüslerine yetişmek için oradan oraya koşuşturan insanları, elindeki tepside çay dolaştıran çalışanları, sigaralarını yakıp telefonla bağıra bağıra konuşan yolcuları izledi bir süre. İçindeki o garip duygu bir türlü peşini bırakmıyordu. Birinin kendisini dürttüğünü hissetti. Baktı. Muavin. “Şöyle biraz ileriye git kardeşim, bagajı açacağım,” dedi. Kendisinden beklenmeyen bir çeviklikle yeni gelen yolcuların bavullarını yerleştirmeye başladı.
Cebine koyulan paralara gitti eli. Özenle saydı. Bir şeyler almayı düşündü ama aç değildi, bir sonraki molada yerim, diye düşündü. Aklına tuvalet geldi. İhtiyacı olmasa da gitti. Kayda giderken en çok zorlandığı konu buydu. Kıvranıp durmuştu yol boyunca. Tuvaletten çıktığında, hemen karşıdaki marketin tezgâhındaki krokanlar çarptı gözüne. Çok severdi ama pahalıydı. Cebindeki parasına baktı tekrar. Vazgeçti. Hızlıca otobüsüne döndü.
Koltuğunda başka biri oturuyordu. Kendisinden yaşça büyüktü. Çekine çekine oturduğu yerin kendisinin olduğunu söyledi. Şöyle göz ucuyla süzdü Fatih’i adam. “Midem bulanıyor benim burada kardeşim, oturabilir miyim bir mahsuru yoksa?” dedi. Günler öncesinden özellikle cam kenarı olsun diye yerini ayırtsa da bir şey diyemedi Fatih, kabul etti. Koridor kenarındaki koltuğa yerleşti.
Otobüs hareket ederken kısaca sohbet etti adamla. Bursa’da üniversite okuyormuş, son sınıftaymış. Bu yıl mezun olmayı beklemiyormuş. “Lise önemli değil, asıl zorluk üniversitede,” diye ekledi sonunda adam. Fatih çok fazla bir şey anlamadı söylediklerinden. Genellikle sessiz kaldı, sorulara kısa cevaplar verdi. Isınamadı, konuşmak da istemedi. Adam da bir süre sonra çantasından çıkardığı yastığı cama dayayıp yattı. Fatih kendisiyle baş başa kaldı tekrar. Muavinin, televizyona koyduğu eski yapım kovboy filmini bir süre izlemeye çalışsa da hoşuna gitmedi. Gözleri, neresi olduğunu bilmediği bir ilçeden geçerken gördüğü evlere takıldı. Gecenin bu yarısında ışığı açık evlerin içinde nasıl hayatların olduğunu merak etti. Şimdi bizim evin ışığı da açıktır, annem uyuyamamıştır, diye düşündü. Gözleri doldu. Otobüsün iç ışıkları kapatıldı. O da kimsenin görmeyeceğinden emin, gözyaşlarının yavaş yavaş süzülmesine izin verdi. Pişman mı, değil mi, bilmiyordu. Sadece evinde, sıcak yatağında, yatmayı istiyordu. Çok zorlanırsam diye düşündü, bir yıl da değil yarı tatilde babama söylerim bir şekilde nakil alır. Gözlerini kapattı. Bu düşüncenin etkisiyle biraz kendine geldi. Neden olmasın, neden olmasın, diye tekrarlayıp durdu içinden. Arkalarda tekrar başlayan bebeğin ağlama sesi iç sesine eşlik ediyordu. Yanındaki adama baktı. Uyumuştu. Yerini verdiği için çoktan pişman oldu. Gözlerini kapattı. Evindeki yatağında uzandığını hayal ederek…
Değerli yolcularımız, Bursa Otogarı’nda yarım saatlik molamız başlamıştır. Mola bitiminde yerlerinizde olmanız önemle rica olunur.
Gözlerini açtı. Kapının açılmasıyla içeri giren soğuk Fatih’i kendine getirdi. Koridoru kontrol etti. Kimsenin geçmediğinden emin olunca gerindi. Uyumadan önce ne düşündüğünü hatırladı. Çok zorlanırsam yarı dönemde geri dönerim, dedi tekrar. Adama baktı, uyuyordu hâlâ.
Dışarı çıkınca, gecenin ayazı çarptı yüzüne. Acıktığını hissetti. Geçen molada canının çok çektiği krokandan almak için markete girdi. Evden ilk ayrılışı olduğu için cebine epey para sıkıştırmışlardı. Rahatça idare ederdi. Öncesinde almadığı için kendi kendine güldü. En sevdiğinden –fıstıklı- iki tane alıp kasaya geldi. Burada hiç beklemediği bir şey oldu. Elleriyle tekrar tekrar ceplerine baktı. Yoktu. İnanamadı. Birkaç sefer daha aradı. Kendisine anlamsızca bakan kasiyerin önüne krokanları bıraktı. Geldiği yönden otobüse kadar parasının düşebileceği her yere baktı. Ceplerini tekrar tekrar karıştırdı. Otobüsteki yerine gelince, adamın gitmiş olduğunu gördü. Bursa’da üniversite okuyordu, dedi içinden. Bir an parasının çalınmış olabileceğini düşündü. Parayı tek tek sayıp sol cebine koymuştu. Hatırlıyordu. Muhakkak böyle olmuştu. Hemen muavinin yanına gitti. “Param çalınmış abi. Yanımda oturan çaldı. Çoktu,” dedi gözyaşlarını tutamayarak. Muavin, gece gece yaşanan bu duruma canı sıkılmış gibi, “Emin misin kardeş?” diye sordu. Emin değildi Fatih, belki de düşürmüştü. Yine de “Eminim,” dedi. “O zaman seninle polis noktasına gideceğiz. Şikâyetçi olman gerek.” Polis lafını duyunca korktu Fatih. Ya gerçek değilse, diye geçirdi içinden. “Başka yolu yok mu abi, yeni inmiş olmalı. Buraya kadar yanımda geldi.” “Yok kardeşim, başka ne yapabiliriz?” Gözyaşlarının hâlâ akmasına izin vererek, “Gidelim o zaman abi, hemen halledelim bu işi,” dedi. Babasına bu durumu nasıl açıklayacağını da düşünüyordu bir yandan. “Eğer şikâyetçiysen bavulunu çıkarayım bagajdan, işlemler uzun sürer, seni burada bırakırız,” dedi muavin, bir yandan saatine bakarak. Bu son darbeydi Fatih için. Burada kalıp ne yapacaktı. Nereye gidecekti? Yapacak bir şeyi yoktu. Vazgeçtiğini söyledi. Çaresiz. Muavin de içten içe söylenerek uzaklaştı yanından. Mola bitimine kadar oradan oraya dolandı durdu Fatih. Gelip geçenlere sordu. Sanki sihirli bir el parasını geri koyacakmış gibi ceplerine bakmayı ihmal etmedi. Hiç geçmediği yerlere gitti. Yoktu. Hiçbir yerde. Hiçbir yerde.
Molanın bittiğini haber veren anonsla beraber otobüsüne geri dönmek zorunda kaldı. Uykulu uykulu yerlerine geçmeye çalışan insanların arasında hâlâ parasını arıyordu. Muavin yanına gelmese oturduğu koltuğun kılıfını sökecekti neredeyse.
Kalan dört saatlik yolda gözünü kırpmadı. Sürekli düşünüyordu. O kadar parayı düşürse muhakkak fark ederdi. Ne yapacağım şimdi, diye sorup durdu kendine yol boyunca. Çok zorlanırsam yarı dönemde dönerim diye de düşünmüyordu artık.
Düzce’ye kadar böyle geldi. Önceki geldiğinde hayranlıkla izlediği, yemyeşil ağaçlarla kaplanmış dağları gördüğünde Akçakoca’ya çok az kaldığını anladı. Günün ilk ışıklarıyla yolcular uykularından uyanıyordu. Muavin yanına geldi. “Beş dakika sonra otogarda olacağız,” dedi. Yukarıdan çantasını aldı Fatih. Kapı açıldığı an inecekmiş gibi hazırda bulundu. Onunla birlikte inecek yolcular, yeni uyandıklarından yavaş hareket ediyorlardı.
Otobüsten indiğinde olduğu yerde bekledi bir süre. Soğuktan büzülen, ısınmak için oradan oraya hareket eden, sigara içen insanları izledi. “Araba kalkıyor! Merkeze, hemen!” diye uzaktaki dolmuştan bağıran adamın sesi kulağına geliyordu. Bavulunu sürüyerek ilerledi. Ama merkeze gidecek arabaya binmedi. İçeriye girdi. Yazıhanenin önünde durdu. Ne bir yıl ne de yarı tatilde, diye düşündü. Ardından görevliye Yatağan’a bilet olup olmadığı sordu.