top of page
  • PROLOG

Erdem Yılmaz / Farkında Olmadan İntihal


Bir gün bir kitap çaldım ve bütün hayatım değişti. Rafların arasında dolanırken gözüme kestirdiğim ya da öncesinde çalmayı planladığım bir eser yoktu. Kendimi hazır hissettiğimde elime gelen ilk kitabı raftan çekip aldım. Orhan Pamuk adında Türk bir yazarın, Kara Kitap adlı metni. Epey kalın bir yapıt olduğundan dolayı onu ceketimde saklayarak çıkaramazdım. Bu yüzden kitabı elimde tuttum ve sanki başka kitaplar da almaya istekliymişim gibi reyonların arasında dolaştım. Kimsenin beni izlemediğine emin olduğum bir vakitte de kitapla beraber ayrıldım oradan. Başlangıcında ana karakterin kitap çaldığı bir roman yazmaya istekliydim ve karakteri gerçekçi yazabilmek için onunla aynı suçu işlememin gerektiğini düşünüyordum. Bunun gerekli olup olmadığını bugün bile cevaplandıramıyorum ancak yeterli gelmediği ortada. Aylarca uğraşsam da doğru düzgün tek cümle bile yazamadım. Tıkanıp durdum. Hikâyem bir türlü ilerlemedi. Metinden ümidimi kestiğim gece, kafamı meşgul etmek için kitaplığımdan okunacak bir şeyler seçmeye çalışırken, henüz kapağını dahi açmadığım Kara Kitap’ı aldım elime. Okumaya başladım. Bakışlarımın üzerinden geçtiği her cümle, her sözcük, her mürekkep zerresi içimdeki okuma ve yazma arzusunu büyüttü. Kitabın başından yalnızca temel ihtiyaçlarımı karşılamak için ayrıldım. Yirmi saate yakın bir sürenin ardından, son kelimeyi de okuyup kitabın kapağını kapattığımda, bitti, dedim. Böyle güzel bir metni bu kadar çabuk tükettiğim için kendime kızdım. Sırtımda ve sağ omzumda, uzun süredir oturduğum için sancılar başlamıştı. Sağ ayağım uyuşuktu, rahat adım atmamı engelliyordu. Zorlanarak bedenimi masamdan kaldırıp yatağıma bıraktığımda, henüz geçen ay boyanmasına rağmen rutubetten dolayı kirlenen evin tavanını izleyip kitap hakkında düşündüm. İçimde barınan, belli konularda benimle benzerlik gösteren başka bir kişilik, bu kitabı benzersiz bir konuma yerleştirmek ve başka hiçbir metni yanına dahi yaklaştırmak istemiyordu. Oysa ben, özel bir metin okuduğumun bilincinde olsam da Kara Kitabı’ı Ulysees, Yapraklar Evi, Kayıp Zamanın İzinde gibi başyapıtlarla aynı kefeye koyamıyordum. Günlerce içimdeki bu sesle tartıştım. Zamanla, aslında bana o kadar da benzemediğini hatta ayrıştığımız noktaların, sayıca birleştiklerimizden fazla olduğunu keşfettim. Benden çok daha vahşi ve inatçıydı. Biraz olsun onu susturmak, kafa dinlemek, sakinleşebilmek için Kleber Meydanı’ndan* aldığım, üzerine henüz tek bir çizgi bile çekmediğim defteri önüme koydum ve yazmaya başladım. İlk paragrafın sonunda ortaya çıkan sözcük yığınından memnun olmasam da devam ettim. Çünkü öyle bir ilk cümle yazmıştım ki onun peşine takılan kelimeler muhakkak doğru sıraya yerleşecekti, hissediyordum. Günler haftaları, haftalar ayları ve gerisini bilirsiniz. İşten çıkıp doğruca eve geliyordum. Dostlarımın yemek davetlerini reddediyor, üyesi olduğum kulüplerin toplantılarına katılmıyordum. Okumuyordum bile. Aklımı meşgul eden yegâne şey defterimin içinde giderek biriken kelimelerdi. Bir roman olmayacaktı muhtemelen. Kafka’nın Dönüşüm’üne yakın bir hacme ulaştığında sonlanacak ancak ondan daha vurucu ve daha iyi olduğundan tüm edebiyat mecralarında bahsedilecekti. Ağustos başında son noktayı da koyduktan sonra metni hiç demlendirmeden baştan sona okudum. Doğrusunu söylemek gerekirse yazdıklarımı bir bütün olarak incelediğimde ortaya çıkan sonuç pek de iç açıcı değildi. Ama ilk cümle -en azından benim için- o kadar gerçek, o kadar etkileyiciydi ki, resmen sarhoş oluyor ve tıpkı sarhoşken bir kadının fiziksel kusurlarını görmezden gelebileceğim gibi metnin kusurlarını görmezden geliyor, onu olduğundan çok daha çekici ve güzel buluyordum. Sofya Üniversitesi’nde Türk Filolojisi dersleri vererek geçimini sağlayan, ilk gençlik yıllarımızdaaynı sokakta oturduğumuz bir arkadaşım vardı. Dosyamı dijital ortama aktardıktan sonra kendisini aradım. Ona metnimden ve her ne kadar bunu anlatırken hiç eğilip bükülmediğim için kendimden utansam da -evet, bu bir kısır döngü- yazmak için masa başına oturmama vesile olan olaylardan bahsettim. Çıkardığı onaylayıcı sesler, bir kitap çalmış olmamın onun tepkisini çekmem için yeterli olmadığı kanaatine varmamı sağladı. Yazdıklarımı okuyup yorumlarını benimle paylaşır mısın, diye sorduğumda, beklediğimin aksine yoğun olduğunu söyleyip teklifimi reddetmektense istekli bir şekilde tabii, dedi. En kısa sürede okur, dönüş yaparım. Heyecanlandım hâliyle. Telefonu her elime aldığımda kendisini tekrar arayıp ne oldu, okudun mu, diye sormamak için kendime zor hâkim oldum. Dört gün sonra, Sofya saatiyle akşam yedi civarında beni aradı. Metnin genelindeki, benim de farkında olduğum sorunlardan bahsetti. Beklediğim gibi övülmediğimden olsa gerek, sinirlenip sözünü kestim ve bunların farkındayım zaten, dedim. Sustu. Yüzünü görmesem de benden böyle bir tepki geleceğini tahmin etmediğini, şaşırdığını anlamıştım. İlk cümleden bahset, dedim. Tüm kitabı taşımıyor mu sence de? Anlamadım, diye karşılık verdi. Neyi anlamadın, ilk cümle diyorum, muhteşem değil mi sence de? Umarım şaka yapıyorsundur. İlk cümlede “Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti,” yazıyor. Bu, Orhan Pamuk’un La vie nouvelle**romanının başlangıç cümlesi, sana ait değil ki. Hiçbir şey demeden çağrıyı sonlandırdım. İnanamadım, inanmak istemedim. Telefonum bir kez daha çaldı, arkadaşım arıyordu ancak meşgule attım. İnternete girip La vie nouvelle, diye arama yaptığımda her sekmede kitabın o muazzam ilk cümlesiyle karşılaştım. Yıkılmıştım. Üçüncü kez arayan arkadaşımın çağrısını yine reddedip telefonumu kapattım ve uyudum. Ertesi gün işe gitmedim. Akşamına işten arkadaşım olan Guillaume evime geldi. Başta kapıyı açmak istemesem de birileriyle konuşmaya ihtiyacım vardı. Daha fazla yalnız kalacak gücü kendimde bulamadım. Beni görünce rahat bir nefes aldı ve kendisini davet etmemi beklemeden içeri girdi. Bir çocuk azarlar gibi neler olduğunu, niçin telefonlarımı açmadığımı sordu. Şirkettekilerin beni merak ettiğinden, beni evde de bulamasaydı polise haber vereceklerinden bahsetti. Tüm bu soruları savuşturup Guillaume’e olanları anlattım. Çaldığım kitaptan, yazdığım metinden, ilk cümleden. Olanların ona gülünç geldiği yüzünün aldığı şekilden belli ediyordu. Benim için durumun ciddiyetini kavrayamamıştı. Çıkıp biraz yürümeyi teklif etti ancak kabul etmedim. İyi olduğuma kanaat getirip yarın işe geleceğimi öğrendiğinde gitti. O gittikten sonra masamın üzerinde duran defteri aldım. On, on beş kadar temiz yaprağı kalmıştı. Mutfağa gidip kendime kahve yaptıktan sonra okumuş olduğunuz bu metni yazdım. Bunu yaparken birilerinin beni az da olsa anlamasını umdum. Doğrusu, bu metin de çok hoşuma gitmedi ama ilk cümlesi… Neyse.


Dipnotlar:

*Kleber Meydanı: Strazburg’un ünlü meydanı.

*La vie nouvelle: Orhan Pamuk’un “Yeni Hayat” adlı kitabının Fransızca ismi.

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page