- PROLOG
Ev Baklavası / Asuman Gül Biçen

“Bu sene kimse tatile gitmeyecek,” diye bağırdı masada durup dururken babam.
Ağzından cümlesi öyle çıktı ki sesinin titreşimi elimdeki bıçağı sarstı sandım. Tabağımdaki eti hızlı hızlı böldüm. Peş peşe yuvarladım lokmaları. Birkaç yudum su içmeseydim boğazıma dizilecekti yemeğim.
“Ne tatili baba ya! Ödümü kopardın,” dedim ağzımdakileri döke saça.
“Bu sene hepiniz babaannenizin elini adamakıllı öpüp bayramını kutlayacaksınız, demedi demeyin,” diyerek ayağa kalktı.
Babamın konuyu kapatma konusunda başarısını hepimiz biliyorduk. Kafasında kurduğu konuşmanın son cümlelerini yüksek sesle söyler, sonra masayı terk ederdi. Koca bir noktayla mühürlenen sözün üstüne söz olmazdı bizim evde. Emir katiydi. Annemin yüzünde böyle durumlarda giyindiği tatlı bir gülümseme olurdu. Babamın dudaklarından dökülen sert sözlerin duygusal bir tarafı vardı ona göre. Sevgisini, özlemini dile getirmeyi beceremeyenlerin kaba yöntemlerini anlayan bir karısı olmalıydı. Annem ideal bir eş, sevecen bir anneydi. Onun gülümseyişi ile içimde babama karşı kabaran öfkeyi bu şekilde törpülemeyi öğrenmiştim. Bayram tatilini iptal etmek için odamıza çekildik lakin ben geç kalmıştım. Bin lira kaporayı kaptırmıştım tur şirketine. Ayaklarımı kuma, kafayı biraya gömme hayallerimi başka yaza erteledim. Babaannemin elleri bana pahalıya patlamıştı.
Bayram sabahı yine bağırdı evin komutanı:
“Namaza gelmediniz bari kahvaltı sofrasında hazır olun,” diye.
Hepimiz ip gibi dizildik. Uyku planlarım da sizlere ömür. Çapaklı çapaklı kuruldum sofranın başköşesine, abim karşımdaydı. Ters ters baktı babam bana. Esnedim, gerildim, ağzımdan “Günaydın babalık,” çıkacaktı ki zor tuttum kendimi. Hiç hazzetmezdi sözlerimden. Birlikte peynir, ekmek mi yedik; yoksa birbirimizin sözcüklerini mi kestik anlamadım. Bir iki lokma daha atmıştım ki ağzıma, ayaklandı babam.
“On dakikaya kadar herkes hazır olsun, bekletmeyin beni,” diyerek mutfaktan çıktı.
Bir hışımla giydi mantosunu. Gerile gerile gittim odama. Dünden yere fırlattığım paçası çamurlu, buruşuk pantolonu geçirdim üstüme. Akşamdan çıkarmaya üşendiğim siyah tişörtümle beş dakika sonra kapıdaydım. Kıyafetime ters ters baktı baktı babam. Yüzü yine ekşiydi. Otuz yıllık Renault’ya kurulduk maaile.
“Kuzucuklarım gelmiş,” diyerek açtı babaannem kapıyı.
Burnuma çocukluğumun kokusu doldu birden. Abimle göz göze geldik. Kokuların geçmişi bir yük değil de bir armağan gibi bize sunmasına hep hayret etmişimdir. Montlarımızı asıp salonun köşesinde, dedemin her zaman oturduğu tek kişilik koltuğa kendimi bıraktım. Babamın gözü üzerimizdeydi biliyordum, hiç oralı olmadım. Gürültülü gürültülü öksürdü. Fırlayıp kalktım kutsal koltuktan. Korkudan ne yüzüne bakabildim ne de telefonumu çıkarabildim. Ne yalan söyleyeyim ara sıra cebimden gelen mesaj sesleri beni dürttüyse de fırça yemeye hiç niyetim yoktu. Bugün en büyük hatayı işleyerek günlük siftahımı yapmakla kalmamış, o affedilmez günahı işlemiştim. Dedemin tahtına birkaç saniye oturmuş olmak bile yeterliydi.
“Nasılmış yavrularım benim,” dedi tek tek bize bakarak babaannem.
Elini uzatıp sabırla bekledi oturduğu yerde. Ayağa kalkıp sırayla öptük elini. İçimden harçlık verir mi acaba diye geçirdiysem de büyümüş olduğumu hatırlayıp vazgeçtim bu saçma umuttan. Küçüğüm Selma uzattı elini, harçlık alacağından emindi.
“Geçen yıl verdim ya kuzum,” dedi babaannem.
Bizi bir kıkırdama aldı. Vallahi babamın tehditkâr bakışları olmasa ağzımdaki kahkahayı püskürtebilirdim. Babam her zamanki gibi gözlerini belertti. Onu öyle görünce yüzümdeki kahkaha felç geçirdi sanki. Çarpık çurpuk bir ifadeye bıraktı yerini.
“Verdin anacığım, haklısın. Her bayram harçlık mı olur,” diye annesini onayladı. Selma'nın gözleri doldu, ağladı ağlayacak. Annem hemen atıldı.
“Benim elimi öptün mü kızım?” dedi.
Selma öpecek el arıyormuş gibi koşup annemin eline yapıştı. Annem garibim, analık duygusuyla cebindeki son parayı bıraktı Selma'nın avuçlarına. Selma:
“Yaşasın, harçlık aldım!” diyerek dönüp durdu etrafında.
Babamın kaşları yine kalktı, gözleri yuvalarından çıktı çıkacak, bir anneme bir Selma’ya gidip geldi bakışları. Yerine oturup kafayı indirdi kızcağız korkudan. Ara sıra avucuna bakıp bakıp gülüyordu.
“Ee anne, anlatsana hırsızı yakalayınca ne demiştin?” dedi babam az önce hiçbir şey olmamış gibi.
Amcamın küçük bir bakkal dükkânı vardı. Babaannem sıkılınca oraya giderdi. Geçenlerde yakalamışlar birini yumurta çalarken. Babaannem amcama:
“Oğlum çalsın, ben yumurtlamadım ya, bırak tavuklar tasalansın,” dedi.
Kaç kez dinledim bu hikâyeyi bilmiyorum ama her anlatılışında kederli bir gülümseme yerleşiyordu babamın ağzına. Aksak adımlarla mutfağa yöneldi babaannem, sözünü bitirir bitirmez. Annem de arkasından, hiç şaşmaz. Kaynana işlenmişse geline oturmak yakışmaz. Kırk yıllık gelin olsan da fark etmez. Evin tek kızı Selma ikircikli baktı bize. Babamın kafası ona yöneldi. Gözlerini yana devirip ‘sen de kalk’ komutunu verdi sessizce. Selma koşa koşa gitti arkalarından. İkramlıklar ile on beş dakika içinde döndüler salona. Tabakların üzerinde o bildik koku. Çocukluğumun kokusu. Hani babamın öfkeyle değil de sevgiyle baktığı yüzü belirdi birden zihnimde. Tekrar baktım babama, çok değişmişti. O yüzü geçmişe gömmüş gibi bir hali vardı. Tabaklar cetvelle ölçülmüş gibi aynıydı. Ortada cevizli ev baklavası, solda üzeri fındıklı şekerpare, sağda üç adet yaprak sarması, üst köşede yalancı tavukgöğsü, altta peçeteye sarılı çatal. Sehpaları dizmek bana düştü tabii. Tek tek konuldu önümüze ikramlıklar. Tabaklardan farklı olan dedemin koltuğunun önündeki sehpaya bırakıldı. Gözüm kalmıştı. Baklavalar üst üste dizilmiş, heybetli bir kaleyi andırıyordu. Tabağımdaki baklavanın boynu bükülmüş gibi geldi bir an. Çay sevene çay, kahveden vazgeçemeyenlere kahve getirildi. Abim “Latte,” deyince babamın yüzünde yine hazır tuttuğu o ifade.
“Başlarım ulan senin lattene. Sen burayı Starbucks mı sandın?” dedi kükreyerek.
Abim kafasını utançla yere eğerek Türk kahvesine razı oldu. Ben de fırsatı kaçırmadım tabii. Babaannemi sevindirmek için evde mayaladığı yoğurttan yapılma köpüklü ayrandan istedim. Yan gözle babama baktım, gülümsüyordu. Baklava, ev baklavası olunca doyamadım.
“Anne bana bir tane daha versene,” dedim dedemin tabağını işaret ederek.
Babaannem azarlar gibi:
“Olur mu oğlum, deden ne yiyecek?” dedi.
Ağzım açık kalmıştı. Annemin içi cız etti yine. Tabağını yanaştırıp baklavasını verdi bana.
“Şekerim var biliyorsun oğlum,” diyerek toparladı gerginliği.
Çaylar içildi, tatlılar yendi derken halamlar geldi.
“Geçen yıl harçlık verdim ya kuzularım,” dedi kuzenlerime babaannem.
Yine kıkırdadık ama kahkaha atmadık. Dersimize almıştık, öğretmenimiz anlatmıştı her şeyi. Daha daha nasılsınız, faslı sona erdiğinde öğlen olmuştu.
“Yolcu yolunda gerek,” diye fırladı babam yine ödümüzü kopartarak.
“Haydi görüşürüz, bize de bekleriz,” sözleriyle dış kapıya yöneldik.
Babaannem yoktu yanımızda. Huyudur, bir hayalet gibi sözün ortasında yok olur, bir hayalet gibi tekrar geri dönerdi. Alışkındık bu duruma. Bu kez öyle olmadı, dönmedi babaannem. Sokağa çıktığımızda çöp bidonunun yanında karşılaştık onunla. Çöp poşetlerini özenle açıyor, içlerini kontrol ediyor, aradığını bulamayınca geri koyuyordu.
“Ne yapıyorsun anne Allah aşkına?” dedi babam yine bağıra bağıra.
“Korkuttun beni be evlatçığım. Ne yapacağım, çöpe baklava atmış mı karın ona bakıyordum,” deyince annem ağzını doldurup bir adım öne çıktı.
Babam ondan hızlı davranmıştı. Annemin ağzını eliyle usulca kapadı, sonra ona sıcacık gülümsedi:
“Öyle bir şey yapmaz anne benim karım. Hem sen söylesene ne yapacaksın baklavayı?”
“Sayarak yapmıştım ben onları. Babana ayırdığım tabaktaki baklavaları bulamadım. Baban gelirse ne vereceğim ben ona? Bilmez misin çok sever ev baklavasını?” dedi.
Babamın yüzü düştü, bakışları gölgelendi.
“Anneciğim babam rahmetli oldu ya, istese de yiyemez o baklavayı,” babam cümleyi tamamlar tamamlamaz yere yığıldı babaannem.
Donup kalmıştım, ağzımdaki baklavayı yutarken. Çöplerin yanına ilişti gözüm. Dedemin bana bakıp göz kırptığına yemin edebilirim.