- PROLOG
Geride Kalanlar / Kader Menteş Bolat

Bu dünyada türlü türlü dert vardı. Adamınkiyse dünya kadar! Seda ile tanıştığından beri rüya âleminde yaşar gibiydi. Onu ilk gördüğünde sade güzelliği, şefkatli bakışları karşısında mest olmuştu. Onunla tanışabilmek için en yakın arkadaşı Naz’a ne diller dökmüştü. Şu an geldiği noktaya baktığında içi cız etti.
Adam bahçe kapısıyla sokak lambası arasında gidip geliyordu. Gölgesi de ardından. Kapıyla lamba arasında tam otuz adım olduğunu hesapladı. Bahçe kapısından girdiğinde neler olacağını bir de. Yüzü asıldı. Cebindekine dokundu, soğuktu.
Evin küçük, sevimli mutfağındaydılar. Güne her günkü gibi başlamış, kahvaltı ederken Seda’ya gülümseyerek reçel tabağını istemişti. Her şey olağan olmalı, kızcağız bir şey sezmemeliydi. Adnan, aylardır aynı rüyanın etkisiyle uyanıyordu uykularından. Seda ona ta en başında, evlenmeden önce açılmış, ailesinin olanlardan haberi olmadığını gözyaşları içinde anlatmıştı. Onu sıkı sıkı tembihlemiş, biliyorsun eve girip çıkan bir insan, annemler duyarsa yıkılırlar, demişti.
Adnan o gün Seda’ya içinde kopan fırtınayı duyurmamaya çalışarak usulen gülümsemişti. Günleri, ona daha çok bağlanmakla zihninin gerisindeki sorularla baş etmek zorunda olmak arasında geçip gidiyordu. Uykularından soluk soluğa uyandığında, bir karaltıyı kovaladığını hatırlıyor, içinin bulanmasına engel olamıyordu. Zihni darmadağındı. İş yerinde önündeki evraklara odaklanamıyor, zaman zaman arkadaşlarının alaycı gülümsemelerine maruz kalıyordu. Oysa şefin dikkatini daha fazla üzerine çekmemeliydi. Zaten yok yere hır gür çıkartmak için çaba sarf eden bir adamdı. Kendine bir an önce çekidüzen verse iyi olurdu.
Ne zaman kayınvalidesine gitse o akrabayla karşılaşmak zorunda kalışına içleniyordu. Hele adamın, pişkin pişkin karşısına oturup onu delici bakışlarla süzmesi yok mu? Nasılsa kimseye bir şey açıklayamazlar, düşüncesiyle rahat, kendinden emin sırıtırdı. Öyle anlarda Adnan, ne yapacağını bilemez, öfkeden küplere binerdi. Seda’nın yaptığı kaş-göz işaretleri olmasa çoktan dalmıştı ya akraba bozuntusuna.
Ah Seda! Bir insan nasıl olur da hem çare hem dert olurdu sevdiğine. Aklın alması zor bir bilmece! Düşüncelerini erketeye yatırmalı, asıl yapması gerekene odaklanmalıydı. Aylardır ince hesaplar peşindeydi Adnan. Seda’ya çaktırmadan planını adım adım gözden geçiriyor, akrabanın adresini, yalnız kalabileceği zamanları konuşmalar arasından cımbızla çekiyordu. Planında hiçbir aksaklık olmamalı, dantel örer gibi milim milim ilerlemeliydi her şey. Seda’yı şüphelendirecek en ufak davranış, adımlarını yavaşlatmasına yol açardı. Temkinli olmalı, ona hiçbir şey sezdirmemeliydi.
Gecesi gündüzü birbirine karışmıştı Adnan’ın. Gündüz vakti gördüğü düşler de hayra alamet değildi. Sabitlendiği fikir, onu günden güne yiyip bitiriyordu. Yemeden içmeden kesilmiş, iyice zayıflamıştı. Aniden aklına gelen düşünceyle yer, zaman ayırt etmeksizin kendisiyle konuşmaya başlıyordu.
Yazık değil mi ulan! Çocukmuş daha çocuk… Be vicdansız hem de akraban... Onun bunun çocuğu, sana yapacağımı bilirim ben de.
Kendini elkol hareketleri yaparken bulduğunda önce etrafını kolaçan ediyor, sonra da sakinleşmeye çalışıyordu. Seda’nın yanında böyle savunmasız kalmamaya özen göstermeliydi. Ona bunu yapmaya hakkı var mıydı? Kızcağızın yaşadıkları buradan Şam’a yol olurdu zaten. Son günlerde sigarayı arttırdığı da Seda’nın gözünden kaçmamıştı. İki de bir söyleniyor, sigarayı bırakması konusunda onu ikna etmeye çalışıyordu.
“Ya bu aralar hamile kalırsam sen bu kadar sigarayı çoğaltmışken… Beni düşünmüyorsun, dünyaya gelecek çocuğumuzu da mı hiç düşünmüyorsun?”
Sofradan kalktığında boğazını temizleyerek onu ne kadar çok sevdiğini tekrarladı. Seda gülümseyerek karşıladı onu. Kollarını açarak gel buraya koca oğlan, diyerek sarıldı uzun uzun. İki kişiden sadece biri farkındaydı olacakların. Sesini çıkarmadı, Seda’ya doya doya sarılmanın derdindeydi. Yatak odasına gidip elbise dolabını açtı. Gömleklerin arasından beyaz, keten olanı seçip aldı. Altına da lacivert kotunu giydi. Ayakkabılarının tozunu özenle, düğüne gidercesine aldı. Evden çıkarken sıkı sıkı tembihledi Seda’yı. Ne olursa olsun onu sevmekten vazgeçmeyecekti.
“Deli misin, dünyada vazgeçmem.”
“Bir kez daha bakayım sana.”
“Şımardın yine, ne bu şimdi?”
Adnan’ı uğurladıktan sonra Seda’nın içine bir kurt düştü. Bugün bir farklılık yok muydu davranışlarında. Aman, bende hep böyleyim. En kötüsünü düşünürüm her zaman adam sende, diyerek savuşturdu kötü düşüncelerini. Mutfaktaki radyonun sesini açarak en sevdiği şarkıya eşlik etmeye başladı. “Gözlerinin içine başka hayal girmesin.”
O sırada Adnan üç sokak ötede, sokak lambasının altında karşıdaki iki katlı, beyaz badanalı evi gözlüyordu. Üzerindeki gömlek terden etine yapışmış, doğru zamanın gelmesini bekliyordu. Zihnindekiyle adımları yarış halindeydi. Adımının biri bahçe kapısında, diğeri sokak lambasında hacıyatmaz misali gidip geliyordu. Aylardır bu ânın hayaliyle yanıp tutuşmamış mıydı? Şimdi vazgeçmenin hiç sırası değildi. Omuzlarını dikleştirip alnındaki teri eliyle sildi. Bahçe kapısında, elindekiyle bir müddet bekledi. Zili çalıp ayak seslerinin yaklaştığını duyunca nefesini tuttu. Silah sesiyle, çığlık sesleri birbirine karıştığında lambadaki kuşların kanat çırpışları kaldı geride.