- PROLOG
İlişkilerde Bir Görünüp Bir Kaybolan Sınırlar / Nur Öztürk

Erlend Loe kitaplarında genellikle kullandığı muzip, sarkastik dille öne çıkıyor. Modern insanın şehir hayatındaki sıkışmışlıklarını, tüketim alışkanlıklarını konu edinmeyi seviyor, toplumsal düzenin getirdiği sorumluluğu, davranış şekillerini sorgulayan ve içinde yaşadığımız düzeni, kapitalizmi yeren romanlar yazdığını görüyoruz. Yazar hem Doppler adlı çok sevilen romanında, hem de Kadının Fendi adlı romanında içinde bulunduğumuz zamanın ve dünyanın şartlarından kendimizi uzaklaştırmak, etkilerinden arındırmak -mümkünse eğer- bunu nasıl yapabilirizin cevabını arıyor.
Medeniyete ilişkin ters giden şeyleri ironik bir dille ön plana çıkarmayı seviyor. Kadınınc Fendi romanında da kadın-erkek ilişkilerini ele alırken aslında alt metinde aynı sıkışmışlıkları işliyor. İlişkiler, modern hayat gibi bireyleri ehlileştiren, medenileştiren, karakterini yontan, kalıba sokan ve bazı yönlerini törpüleyen özellikler taşıdığı için benzerlik gösteriyor. Bu bakış açısına dayanarak kitaplarının bütünselliği açısından aynı konuların farklı bir şekilde işlendiğini söyleyebiliriz. Yazarın farklı türde yazdığı deneme ve aynı zamanda çocuk kitapları da bulunuyor.
Postmodern kültürün etkisinin hayatın her alnına olduğu gibi ilişkilere olan yansımalarını da yaşayarak deneyimliyoruz. Aynı zamanda insanlara verdiği sınırsız özgürlük yanılsaması kadın ve erkek tüm bireyler için üzerine basılan zeminin sağlamlığının kaybolmasına neden oluyor. Tüm dünyada ilişkiler modernleşme ve postmodern kültürün etkisi ile tekdüzeleşiyor. Sonsuz seçenekler karşısında ne seven, ne sevilen sonsuz güvenceye sahip değil. Bireyler hem sınırlarını korumak istiyor, hem de ilişkiler içinde güvende olmak, duygularını yaşamak istiyorlar ancak özgürlük olarak anılan tüm seçeneklere sahip olmak ve güvende hissetmek aynı anda yaşanması pek mümkün olanaklar gibi görünmüyor.
Roman erkek ve kadın karakterin etrafında şekilleniyor, ana karakter hem kadın ve erkek, hem de ilişki diyebiliriz. Tekdüze ve sakin bir hayatı olan erkek karakterin hayatına giren Marianne adlı kadının etkisiyle bir anda hayatı alt üst oluyor. Karakterlerin hayata bakışı, alışkanlıkları ve yaşam şekilleri birbirinden oldukça farklı. Tam da bu nedenle Loe kadın karakterin gözünden de ilişkiye dair bir anlatı sunsaydı çok yönlü bir roman olabilirdi hissine kapılıyorum. Karşı tarafın duygu ve düşüncelerinden uzak kalmanın eksikliği metne yansıyor.
Yazar romanda ilişkilerin faniliğine dair bilerek veya bilmeyerek o kadar sıkça vurgu yapıyor ki, okuyucu yaklaşan sona hazırlanmış oluyor. Örneğin erkek arkadaşı, Marianne’den sakız istediğinde ve kalan son sakızı ona vermediğinde ilişkinin faniliğini sorguluyor erkek kahraman. Birlikte çıktıkları yolculuk sonrasında eve birlikte dönemeyişleri de kadın-erkek ilişkilerinin doğasına dair çok fazla şey söylüyor. İnsanların fizyolojik, toplumsal ve ekonomik olmak üzere farklı sebepler nedeniyle bir arada yaşamak zorunda olmaları ile ilgili bir başa çıkma/çıkamama deneyimi sunuyor roman. Ortak yaşam; öngörülemeyen, sonsuz sayıda taviz istekleri ve zorunlulukları ile donatılmış olduğundan tüm roman boyunca ilişkide dengeyi bulabilmek için yaşanılan iniş çıkışlara erkek kahramanın günlük formatındaki yazıları ile tanık oluyoruz. Günlük formatına alışkın olmayan okuyucu için okumayı güçleştiren bir deneyim sunuyor bu durum. Roman üç bölümden oluşuyor, ilk bölümde ilişkinin başlangıcı, tanışma evresi ve eşyalarını birbirinin evinde bırakma aşaması işleniyor. İkinci bölümde birlikte seyahate çıkıp, görüş ayrılıklarını daha da fazla yaşayıp en sonunda birlikte dönemiyorlar. Yazar aslında birlikte dönemeyeceklerini hissettiriyor öncesinde de. Yolculuk boyunca bazen yaşlı çiftleri gözlemleyip, nasıl bir sona sahip olabileceklerini tahmin etmeye çalışıyorlar. İnsanın güvenlik arayışı ile önündeki bilinmezliğin seviyesini indirme çabası, denge arayışı ilişkilerde yoğun bir biçimde ön plana çıkıyor. Diğer taraftan başına ne geleceğini, neyi kaçırdığını ve başka seçenekleri de öğrenmek istiyor. Doppler adlı romanında da olduğu gibi bireyin bencilliğinden yoğun bir biçimde bahsediyor Loe. Örneğin aynı anda uyanmadıklarında erken uyanan, geç uyanana rüyasını anlatmayarak onu cezalandırmayı düşünüyor. Bireyin isteklerinin eksiksiz ve zamanında yerine getirilmemesi, beklentilerinin tam karşılanmaması sonucunda nasıl da cezalandıran ve intikam alan konumuna geçtiğini ve bireysel isteklerini ilişkinin sınırlarını çoğunlukla genişletme pahasına da olsa zorladığını görüyoruz. Doğayı, dünyanın her türlü kaynağını umursamadan, kendini merkeze koyarak tüketme hakkını gören sorunlu insan bakış açısının, bencilliğinin ve tüketim alışkanlıklarının ilişkilerdeki sonuçlarını da göstermesi bakımından okumaya değer bir roman. Doğaya karşı saldırdığımız, bizi doğrudan etkilemeyen her şeye karşı takındığımız umarsız tavrın, ilişkilerde de yaygınlaşmasını görüyoruz.
Sonuncu ve üçüncü bölümde artık ayrılık ve ayrılma sürecine alışma, sonra tekrar başlama denemeleri ve bir türlü eskisi gibi olamayış gibi bir son bekliyor. Ayrılık acısı ile birlikte başka birinde teselli bulma, yenilmediğini, hayata gayet normal bir şekilde devam edebileceğini gösterme, aslında devam edemediğini örtme çabası gibi herkes tarafından bilinen ve defalarca yaşanmış deneyimlerle son buluyor. Aynı zamanda ilişkinin sınırlarının çizilmesi, başta önemli olan şeylerin, ayrılık sonrası önemini artık kaybetmesi ve bireylerin sınırlarının bir görünüp bir kaybolduğu anlar erkek karakterin rengini beğenmediği ama kadının taşınırken yanında getirdiği bir eşya olan komodin üzerinden anlatılıyor. Kendi evinde, kendi eşyalarına uymayan ve rengini hiç beğenmediği komodini her gün görmek, katlanmak zorunda kalması, evinde yaşayan ikinci bir kişinin varlığına dolayısı ile her an, her gün yeniden çizilmesi ve korunması gereken görünmeyen tüm o sınırlara da işaret ediyor. Ayrılık sonrası erkek komodini kendi istediği renge boyadığında, bireyselliğine yapılan tüm o saldırıların, tavizlerin intikamını almış ve yeniden eski bireysel sınırlarına geri dönmüş oluyor aslında. Hiçbir şey olmamış gibi izleri tamamen silerek yeni bir dönem başlatmaya çalışıyor. Arkadaşları ile olan sohbetlerinde de olmasını istediği, ancak gerçek olmayan ideal duygu durumunu anlatırken de bunun farkına varıyoruz. Kadın ayrılık sonrası tekrar erkeğin evine geldiğinde komodinin renginin değişmesinin hiç konu olmaması romanda artık ilişkinin bittiğini ve tüm bu konuların hiçbir öneminin kalmayışını gösteriyor. Üzerinde türlü çekişmelerin, tartışmaların yaşandığı “çok önemli” konular bir anda önemini yitiriyor ilişkinin çöküşüyle. Sonunda iki insan birbirinin her şeyi olabilecekken hiçbir şeyi olmuyorlar. Beklentiler ve umutlar kayboluyor. Tüm ilişki boyunca engebeli yollar gibi daralıp, açılan bireysel sınırlar her şey bittiğinde sessizce eski haline getiriliyor, belirginleşiyor.
KADININ FENDİ, Erlend Loe
Yapı Kredi Yayınları, Kasım 2019, 123 s.