top of page
  • PROLOG

İtalik Adamlar / Remzi Karabulut


İtalik adamlar bandosu dağılmak üzere. Tören bitti. Kışlasına döndü komando askerler. Sadrazam Cami’nin imamı öfkeli. Yırtık paçaları dikiş tutmuyor artık. Eprimiş. Duy ve unut. İşte o acılı salata. Sinekkuşu kalbi gibi atmaya başladı bu küçük kalbim. Kuşkusuz mavi balina olmak isterdim senin yanında. Ya da mürekkepbalığı gibi üç kalpli. Senden uzak kalmamak için kara gölgen olaydım. Kapatıyorum şimdi bu şarkıyı. Trabecula ordusu. Kireçlendi her bir yanım. Jack La Lanne de öldü. Leblebi tarlasında egzersiz devam ediyor. Bezgin kuş sürüsüne el salladım sabah balkonundan. Jean Béliveau olup yollara düşmeli. Ayrı ülkelere, kıtalara. Durmak ölmek midir Ohannes? Katiller durağan dünyada. Ölüm de. Gitmek gerek sürekli. Hiçbir yere. Durmadan. Giderek artıyor hikâyesi olmayan insanlar. Hikâye olamamış tümceler. Mervarsatisasnas. İşte orada kalmanın koşulları. Ben yalanı. Benderesi’nde ufkun. Ağzı açık bakıyor her şeye. Her şeye. Sayıklamalarını erteledi bir süre. Net değildi. Onun için söyleyemedi dönüp dönmeyeceğini. Sustu istasyonda. Dizindeki gazetenin boyası çıkmıştı beyaz kot pantolonuna. Gözden kaybolduktan sonra el sallamalı. Hissettim bunu. O hesapsız yanlış kalkülatör insan. Sabunlu yolları denedi uzun yol sürücüleri. Gözlerimi kapatarak izliyorum geçen zamanı. Endamına hayran olduğum. Ömür kısa, aşk uzun. Bilmiyordum dünya diye bir yer olduğunu. Bilseydim. Ah bilseydim.



o



Ben hepinizin yarasıyım. Parmak bastığım yer rastgele bir ülke. Rasgele bir ev. Kurt çıktı onca yıl sakladığı mücevherler arasından. Picasso şortla dolaşıyor yine atölyesinde. Dora Maar uykuda. O yorgun sevişken. Yalnızca çiçekli uzun eteğini üstüne çekip bir balerin zarafetiyle süzülüp gelecek. Her günkü gibi. Esmer mi esmer. Picasso yalnızca sevdiklerini ciddiye alıyor. Büyük aşklarını. Başka hiçbir şeyi. Hiçbir şeyi. Seramikler çatladı. O eski dirençleri kalmadı artık. Yaşarken elindekilere baktığı için parmaklarını görmedi hiçbir zaman. Hep yarına ertelediğin şey, asla yapamayacak olduklarındır. Elini hiddetle masaya vurdu iş insanı. Kendinize gelin, diye ünlendi. Korkudan elleri titredi çaycı kadının. Uzaktan alınca gıdasını, tankerine ulaşamıyor çalışkan arı. Kanatları taşıyamayacak onu kovanına kadar. Belli. Timi Páll kadar kanım olsa keşke. JessCummin’inki kadar ya da. Kanımla ne resimler yapardım sana. Böyle dedi sevgilisine. Sarıldı. Dudaklarını ısırdı. Kanın ılıklığını hissetti dilinin ucunda. Güverteye çıktılar. Şimdi orada öyle ufka bakıyorlar sürekli.



o



Böyle başlıyordu öyküsü. Bir sonraki anı bilmeden. Bilemeden. Tanrı’nın yeryüzünde olup bitenlere karışmadığını düşünüyordu. Yaşananlarda koca bir hesapsızlık. Keskin sucuk kokusu sarınca odayı, bütün kapı ve pencereleri sonuna kadar açtı. Korkuydu uzmanlık alanı. Resim parçalara bölündü ve yeniden düzenlendi. Burun en yukarıya, göz en alta geldi. Kendisine ait hiçbir şey yoktu yeryüzü pazarında. Kırılganlığımız artıyordu seninle yan yana geldiğimizde. Hayat onlara zarar veriyor diye susuyorlardı sürekli. Akdeniz sahillerinde yüzünü kuma gömüyordu bazen. Tanrı’nın hiçbir şeye karışmadığını sezdiği gün, geride pek fazla zamanı kalmamıştı artık. Sünnetçinin vitrinini düzenledi. Makasların fiyatını değiştirdi. Oğluna kız buldu. O zaman işte hep bu sokakta yaşlanacaksın ey güzel kadın. Mutlak bir kararsızlıkla banka uzandı. Venseliverto. Rüzgârla oynayan o uzun kamış. Eski giysilerini ateşe verdik parkta. Kurtuluş Savaşı Anıtı önünde. Alkış tuttu bando takımına. Selam verdi tanımadığı kızlara. İki civciv besliyor fötr şapkasında. Horoz dövüşü izlemeye gidecek az sonra.


o


Gelgitlisin. Dediklerinden hiçbir şey anlayamıyoruz. Ya bunları yok sayacağız ya da bize biraz zaman tanı. Ceketlerini ters giyip yağmur duasına çıkan köylülere rastladık. Bazıları Tanrı’ya diş biliyordu. Bazıları da gülünç buluyordu yaptığını. Yetiştiğimiz kadar. Bayramları hiç sevmezdi. Onun için o günlerde köyünü terk ederdi hep. Havaya uçuracaklar o derin mağarayı. Ödü kopacak gökyüzündeki bütün canlıların. Söyle, dedi, sen çağırdın da gelmedim mi? Allı pullu yanaklarını uzattı. Ellerini. Islak dudaklarını. Galaksideki sönmüş yıldızlardan söz ettiler. Dünya başka yere akıyordu. Onun için başka yerde yaşadı. Başka yerde duygulandı. Ve başka yerde ölecek büyük olasılıkla. Aklı bir karış havada İngiliz atının. Ben gidisi. Ah o anlaşılmaz mevcudiyet. Begonvil tarlasında intihara tanıklık etti bütün canlılar. Toprakta patladı gürültüsü. Bitkiler yasta. Kanlı neşteri dizinde sildi hekimler hekimi. Bölge oldukça sessiz. Karakola çağrılanlar var yine de. Günlük makyajını unutmayan kadınlar. Islak takunyalarını güneşe koydu. Kendini de. Gazoz kapaklarıyla yaptığı heykelciği Berdan Irmağı’na attı. Çimlere uzanmış uyuyor şimdi. Zaman. Biraz daha zaman.


Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page