- NİLÜFER BİRDAL
Kanlı Topuz

KANLI TOPUZ
“Hepinizin tanıdığı, hayran olduğu Hikmet Çakır benim babamdı. Onu hiç sevmezdim. Böyle birinin tek oğlu olmak büyük bir sorumluluktu benim için. Ne beni ne duygularımı önemserdi. Onun gibi birine layık olmak kolay değildi. Çünkü aslında önemli olan tek şey Hikmet Çakır’ın ta kendisiydi. Onun başarıları, karizması, onun markası. Burada toplanan siz değerli dostlarımızın varlığı bana güç veriyor. Hepimizin başı sağ olsun.”
Tekin kürsüden inmeden önce salona çöken ağır havayı içine çekti. Gözlerini silen kadınlardan bir kaçıyla bakıştılar. Hepsi birbirinin farkında ama asıl kadın kendileriymiş gibi kurumlular. . Annesinin koyu yeşil bakışları dışında, salonda onu ilgilendiren tek bir kişi yoktu. Uzun adımlarıyla geçerek kendine ayrılmış tahta sandalyeye yerleşti. Sahnede bir dalgalanma oldu ve sıradaki konuşmacı hızla kürsüye çıkarak mikrofona doğru eğildi. Programa kalındığı yerden devam edildi.
Ölümün ayıramadığı, ayırsa da bitiremediği şeyler vardır. Öfke bunlardan biriydi. Tekin’in öfkesi midesinin az üstüne yerleşmiş, yerinde döndükçe kalbini yara bere içinde bırakan bir topuz gibiydi. Babası kendi savaşlarında kullandığı o kirli topuzu, ameliyatta alet unutan doktorlar gibi, oğlunun karın boşluğuna yerleştirmiş, oracıkta bırakıvermiş olmalıydı. Şimdi onun ölmüş olması, topuzun dönüp durmasına son verecek miydi? Hiç sanmıyordu.
Babasının şirketteki prensi çıktı sahneye. Nasıl da gururluydu kürsüde, coşkulu bile denilebilir. Yerini garantilemişti, şirket yönetimi artık ona emanetti. Babasının nasıl bir evlat istediğini çok iyi bilirdi Tekin. Neyi harika bulduğunu, nelerden etkilendiğini... Gözünün önünde ayan beyan dururdu o ideal. ‘Cesur ol. Ağlayıp durma. Bana sızlanan değil, güçlü adam lazım.’ Bir çocuk ne ister? Onun beklediği kişi olmak ve babasıyla bütünleşmek. Ne kadar zor olabilirdi ki bu? Çünkü eğer başarabilirsen, baban seni sonsuza dek kalbine alacak, koruyup kollayacak, şefkatle saracak, seni güçlendirip büyütecek.
Ama öyle olmuyordu bu işler işte. Tüm gücünle onun idealine varmaya çalışırken, öngörülmeyen ipler seni kendi sığlığına çekiyordu. Uçurtmaya dokunmaya çalışan, bunun için zıplayıp duran bir küçük çocuk düşün. Nasıl yakalayasınki gökte süzülen uçurtmayı? Tam yakaladım sanırken, yüz üstü yere kapaklanırsın. Üstelik sadece vücudun değildir acıyan… Düştüğün yerde asıl sen yatıyorsun... Beceriksiz, şekilsiz ama o sensin işte.
Şimdi annesi almıştı sahneyi. O vakur duruşu, asil güzelliği, etkileyici bakışlarıyla… Salon bir kez daha sessizleşti. Bu savrulmalardan yara bere içindeyken, güvenecek limanı hep annesi olmuştu. Her bitki, ilk kez tomurcuk vermeden önce onu kavrayan sağlam bir gövde arar ya. Yamacında boy vereceği kişiye teslim olur. Tekin annesinde kök saldı. Sert koca bir kauçuk gibiydi, annesine dolanıp masmavi gökyüzüne varmaya çalışan. Kendi gerçekliğine ulaşmaya çalışanların var gücüyle. Öte yanda ‘babasının aslan evladı’ orkidesi, boynunu bükmüş gölgede kuruyup kalırken.
Bir sıkımlık hayat verilmişti bize. Hikmet Çakır bile ölmüştü. Tekin yaşıyordu da ne yazardı? Ölen idealinin ardından haykırarak ağıt yakamadıktan sonra. Kalan biçare kendiliğini sıkıca kucaklayamadıkça. Gerçek Tekin’in kimse için beş para etmediğini, karnının orta yerindeki topuz ona bundan böyle her gün hatırlatacak mıydı? Daha dirayetli olmak, daha sağlam durabilmek isterdi.
Babasından çok farklıydı o. Mesela çok kadını fethetmek yerine, tek bir kadınla ömür boyu mutlu olmayı arzu ederdi. Hele de annesi gibi hoş, sevgi dolu, becerikli bir kadınsa. Babasının bir düzine kadınla onu aldatmış olmasını hiçbir zaman anlayamamıştı. O metreslerinin yanındayken, her akşam annesiyle onun istediği filmleri izleyen, kitapları okuyan hep Tekin olurdu. Paylaştıkları o anlar evde en mutlu olduğu zamanlardı. Ancak ne zaman babası yolunu şaşırıp evlerine gelse, annesi Tekin’i odasına gönderip babasının etrafında pervane olurdu yine. Surat asmak, şikayet etmek nedir, bilmezdi. İyi kalpliydi.
Babası ondan hep bir boy büyüktü. Ve demek ki artık hep öyle kalacaktı.
Programın sonuna yaklaşılmıştı. Babasıyla ilgili hazırlanan bir filmi izlemeye başladılar. Herkes filme odaklanmışken, Tekin salondakileri gözlemliyordu. En bitap düşmüş izleyiciler kadınlardı. Gözleri yaşlı uğurluyorlardı babasını. İçlerini çekiyor, omuzlarını titreterek ağlıyorlardı. Kadınlar gerçekten de ilginç varlıklar. Kendilerine neyin iyi geldiğine bakmıyor, karşılarındaki kişinin ne mal olduğunu görmüyor, bir hayalin peşine düşüyorlardı hep.
Tekin’in gözünün önünde şimşekler çaktı. Hayranı olduğu kadınların hayranı oldukları hayat buysa eğer… Bu durumda ona tek çare kalıyordu. O harika kadını bulacaktı. Verici, sevgi dolu, akıllı, becerikli. Onu baştan çıkarıp kendine bağlayacaktı. Varlığıyla o muhteşem kadını onurlandıracak ama tam da doyurmayacaktı. Sonra da istemeden onun canını yakacaktı. Aynı babası gibi. Babasının örnek aldığı o sert erkeklerden olacaktı. Kim bu Tekin’e karşı koyabilirdi ki? Kim onu sevmeden durabilirdi. Gece gündüz. O artık hayatta olmasa bile.
Anma merasimi tamamlandığında, Tekin yerinden doğruldu. Kendini oldukça hafiflemiş hissediyordu. Gözü yaşlı kızlardan en güzeline yanaştı. Hüzünlü gözleriyle Tekin’e baktı kız. Onu güldürmeyi başardı Tekin. Birlikte salonun çıkışına doğru ilerlediler. Kapıdan çıkmadan önce son bir kez salona döndü. Tahta sandalyenin üzerinde duran kanlı, irinli koca topuza son kez baktı. Şimdilik ona ihtiyacı kalmamıştı.