top of page
  • YEŞİM GÜNAY

Kokuşmanın Varoluşçası



Çağdaş İngiliz edebiyatçısı Ian McEwan’ın kaleminden, ‘Siyah Köpekler.’


Kısa bir alıntının ardından gelen önsöz, okuyucuya varlığın gerçekliğini kaçınılmaz kılan olağanüstü bir okuma vaat ediyor. Anlatıcının dünyasına giriş cümlesi, kurgunun mükemmelliği, karakterlerin kusursuz işlenmesi, öykülerin kendi içinde bir bütüne hizmet etmesi ve büyülü atmosferde ilerlemesiyle merak oluşuyor.


İkinci Dünya Savaşı’ndan çıkan Avrupa’nın, kendi içinde yeniden yapılanmasına, dengelerine, öfkelerine, ayrışmalarına, yıkımlarına, ideolojilerine değinerek, o büyük değişimi anlatan roman, esasında, karakterler üzerinden varlığın gerçek sorgusuna hizmet ediyor.


Roman varoluşçuluğu baz almış.


Varlığın, eylemleriyle sürekli olarak yeniden yarattığını, biçimlendirdiğini, insan ne ise o değil, ne olmuşsa odur, felsefisini birbiri içine geçen öykülerde görüyoruz.


Olaylar, anlatıcının kendini bulmasına hizmet ediyor, anlatımdaki samimiyet, okuyucuyu hazza ulaştırıyor. Yazarın, okuyucuya hissettirmeden romanın ana kurgusuna geçişiyse, karakterlerin gerçekte de var olduğu hissini veriyor. Oysa değil öyküler, karakterlerin de gerçekte var olmadığını romanın önsözünden önceki sayfasında açıklıyor yazar…


İlişkiler, yalnızlık, birliktelik ve varoluş, birbirini kapsayan kümeler bileşkesiyken, kesiştikleri alanda öykünün anahtar objesi birden sahneye çıkıyor: Romana adını veren, iki siyah köpek. Köpeklerin kaybolmasıyla görülen parlak ışık ve yürüyüş yolunda karşılaşılan siyah giysili genç kadının hikâyesi savaşın ardındaki Avrupa atmosferini tanımlıyor. Köpeklerin cismani aykırılıklarıyla varlığa ait kişisel ve kültürel bunalımlar anlatılıyor. Kutsal varoluşun keşfiyle tanrısal güce teslimiyeti görüyoruz. Maneviyata geri adım atan büyük dönüşüm.(!)


Tarihi gerçekler, öyküyü destekleyen kanıtlar, roman içinde varoluşun özden önce gelmesini desteklese de, kendi içinde çelişkili anlara gebe sahneler çiziyor. Odaktaki egzistansiyalizmin klasik tarifindeki öncelikte sürekli gelgitler yaşanıyor. Sırası sorgulanıyor.


Berlin Duvarı’nın yıkıldığı gün çıkan kargaşanın odağında yazarın kokuyla var ettiği karakter, dünya savaşının sonucundaki barışın farklı savaşlara gebe olduğunun somut göstergesi. Bu adamı, romantik devrimci, siyah bukleli, siyah giysili adam olarak tanımlarken, yaydığı silhat kokunun Marksist-Leninist düşünceye ait olamadığını, “Besbelli adam bir sahtekârdı,” diye noktalıyor. Değerlerin savaşını da başlatıyor.


Kendinize ait gerçeklerle yüzleşeceksiniz…


Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page