- PROLOG
Lev Tolstoy ve Mahatma Gandi Yazışmaları / İngilizce ve Rusçadan Çeviren: Aslıhan Duman

Westminster Palace Oteli,
4, Victoria Caddesi No:4,
Londra
1 Ekim 1909
Beyefendi,
Yaklaşık 3 yıldır Transvaal’da (Güney Afrika) olan bitene dikkatinizi çekme cüretini göstermek isterim.
Bu kolonide 13.000 kişilik bir İngiliz-Hintli nüfusu bulunuyor. Bu Hintliler birkaç yıldır çeşitli yasal engeller altında çalışıyor. Burada beyaz ırk dışındaki ırklara ve bir dereceye kadar Asyalılara karşı ön yargı çok yoğun. Asyalılar söz konusu olduğunda bu durum ticarette kıskançlıktan kaynaklanıyor.
Bu sorun, üç yıl önce benim ve daha pek çok kişinin aşağılayıcı ve kapsadığı kişileri insanlıktan çıkarmak için planlanmış saydığımız bir kanunla zirveye ulaştı.
Böyle bir yasaya boyun eğmenin gerçek dinin tabiatına uymadığını hissettim. Ben ve arkadaşlarımın bir kısmı, kötülüğe karşı koymama doktrinine kesin olarak inanıyoruz. Düşünce yapımda derin izler bırakmış olan yazılarınızı da inceleme ayrıcalığına eriştim. Durum kendilerine beyan edildikten sonra İngiliz Hintlileri bu yeni düzenlemeye uymamayı, ayrıca hapis veya yasanın ona uyulmaması halinde öngördüğü diğer her türlü cezayı çekmeyi benimsedi. Bunun sonucu, mücadelenin ateşine dayanamayan, hapis cezasının zorluklarına katlanamayan Hintli nüfusunun neredeyse yarısının aşağılayıcı saydıkları bu yasaya boyun eğmektense Transvaal’dan çekilmesi oldu. Diğer yarısının içinden yaklaşık 2.500 kişi vicdanlarının sesini dinleyerek -bazıları beş kere- hapse atılmaya razı geldi. Hapis cezaları, çoğu durumda ağır iş görmeyi de içerecek şekilde, dört günden altı aya kadar değişiyor. Pek çokları maddi açıdan mahvoldu.
Şu anda Transvaal hapishanelerinde beş yüzü aşkın direnişçi var. Bunların bazıları çok fakir insanlar. Geçimlerini ancak günlük sağlayabiliyorlar. Dolayısıyla eşleri ve çocuklarına halkın-gene çoğunluğu pasif direnişçiler tarafından toplanan- katkılarıyla yardım edilmesi gerekti.
Bu, İngiliz Hintlilerinin üzerinde ciddi bir baskı yarattı ama bence bu durumla başarıyla baş etmeyi bildiler. Mücadele hâlâ devam ediyor ve kimsenin sonunun ne zaman geleceğini bilmesi mümkün değil. Ancaken azından bazılarımız, kaba kuvvetin başarısızlığa uğrayacağı yerde pasif direnişin başarılı olabildiğini ve başarılı olacağını gördü. Ayrıca mücadelenin uzamasının nedeninin daha çok bizim zayıflığımız yüzünden Hükümet’in süre gelen ıstıraba dayanamayacağımıza dair inancı olduğunu fark ediyoruz.
Bir dostumla kraliyet yetkililerini görmek ve bir tazminat talebini de içeren görüşümüzle birlikte durumu onlara bildirmek için buraya geldim. Pasif direnişçiler Hükümet’e kesinlikle savunma yapılmaması gerektiğinin bilincindedir. Buna karşın, söz konusu heyet, toplumun daha zayıf bireylerinin ısrarıyla geldi ve bu nedenle onların gücünü değil, zayıflığını temsil ediyor.Burada bulunduğum süre içerisinde Pasif Direnişin Etiği ve Etkisi üzerine bir makale yarışması açılacak olursa bunun halk arasında hareketimizin bilinirliğini artıracağı ve insanları düşünmeye sevk edeceği yönünde bir kanaatim oluştu. Bir dostum önerdiğim bu yarışmayı ahlaki açıdan sorguluyor. Onun görüşüne göre böyle bir davet, pasif direnişin gerçek ruhuyla çelişecek ve fikir satın alma anlamına gelecek. Bu meselenin ahlaki değerlendirmesine ilişkin görüşlerinizi bana bildirmenizi rica edebilir miyim? Ve bu yarışma için davet etmemizde yanlış bir şey olmadığı fikrindeyseniz konu üzerine yazılarını özellikle istememiz gereken kişilerin isimlerini de sizden istirham edeceğim.
Zamanınızı çalacağım bir konu daha var. Hindistan’daki mevcut karışıklık hakkında bir Hindu’ya hitaben yazılmış mektubunuzun kopyası bir dostum tarafından bana verildi. İlk bakışta sizin görüşlerinizi ifade ediyor gibi görünüyor. Bu dostumun niyeti, masrafları kendisine ait olmak üzere, bu mektubun yirmi bin kopyasının basılarak dağıtılması ve ayrıca tercümesinin yapılması. Ancak orijinalini elde edemedik. Elimizdeki kopyanın tam olduğundan ve gerçekten size ait olduğundan emin olmadan bunu basmanın doğru olmayacağını hissediyoruz. Bizdeki kopyayı buraya ekleme cüretini gösteriyorum. Bunun sizin mektubunuz olup olmadığını, metnin tam olup olmadığını ve yukarıda anlattığım şekilde basılmasını uygun görüp görmediğinizi bildirmenizi rica ediyorum. Arzu ederseniz mektuba yeni bir şeyler de ekleyin, lütfen.
Bir de öneride bulunma cüretini göstermeme izin verin. Sonuç paragrafında okuyucuyu reenkarnasyon inancından vazgeçirmek ister gibisiniz. Bunu söylemem küstahlık olmayacaksa bu konuyu özellikle inceleyip incelemediğinizi bilmiyorum. Reenkarnasyon veya ruh göçü Hindistan’da ve hatta Çin’de kutsal bir inançtır. Çoğu insan için bunun akademik bir kabullenmenin ötesinde bir tecrübe olduğu söylenebilir. Yaşamın pek çok gizemini akla yatkın bir şekilde açıklar. Transvaal hapishanelerinden geçmiş pasif direnişçilerin bir kısmı için teselli olmuştur. Bunu yazarken amacım sizi bu doktrinin doğruluğuna ikna etmek değil, “reenkarnasyon” sözcüğünü okuyucunuzu vazgeçirmeye çalıştığınız diğer kavramların arasından çıkarmanızdır. Bahse konu mektupta Krişna’dan büyük ölçüde alıntı yapmışsınız ve bazı bölümlere referans vermişsiniz. Bu alıntıların yapıldığı kitabın ismini bana söylerseniz müteşekkir olurum.
Bu mektupla sizi yordum. Size saygı duyan ve sizi takip etmeye çabalayanların zamanınızı çalmaya hakları olmadığının ve sizi rahatsız etmekten mümkün olduğu kadar kaçınmanın onların görevi olduğunun farkındayım. Fakat -sizin için tamamen yabancı biri olan- ben, doğrunun kazanması için ve yaşamınızın en önemli işi haline getirdiğiniz meselelerin çözümü ile ilgili tavsiyelerinizi almak için bu yazışmayı başlatma cüretini gösterdim.
Saygılarımla,
İtaatkâr hizmetkârınız,
M.K. Gandi
Lev Tolstoy’un Mektubu
Yasnaya Polyana
7.Ekim.1909
M.K. Gandi,
Olağanüstü ve bana büyük memnuniyet veren mektubunuzu yeni aldım. Transvaal’daki sevgili kardeşlerimize ve işçilere Tanrı yardım etsin. İnceliğe karşı gaddarlık, bir tarafta tevazu ve sevgiye karşılık diğer tarafta kibir ve zorbalık arasındaki bu savaş kendini burada bize de her geçen gün daha fazla hissettiriyor. Dinin yasalarıyla dünyevi yasalar arasındaki en keskin çarpışma özellikle vicdani ret hususunda. Askerlik hizmetini reddedenlere giderek daha sık rastlıyoruz.
Bir Hindu’ya hitaben yazılmış mektup bana ait. Çevirisi oldukça iyi. Krişna ile ilgili kitabın adı size Moskova’dan yazılacak.
Reenkarnasyon kelimesini çıkarmayı istemem. Çünkü benim görüşüme göre reenkarnasyona olan inanç asla ruhun ölümsüzlüğüne ve Tanrı'nın adaleti ve sevgisine olan inanç kadar güçlü olamaz. Mamafih siz bilirsiniz. Mektubumun Hintçeye çevrilmesi ve dağıtılması beni ancak mutlu edebilir.
Yarışma, yani dini bir meselede parasal teşvikin yersiz olacağını düşünüyorum. Basım işinizde yardımcı olabileceğim bir konu olursa çok memnun olurum.
Sizi kardeşçe selamlarım ve sizinle temasta olmaktan dolayı mutluluk duyduğumu belirtmek isterim.
Lev Tolstoy
Mahatma Gandi’nin Mektubu
Westminster Palace Hotel
4, Victoria Street,
Londra
10.Kasım.1909
Sayın Beyefendi,
Bir Hindu'ya hitaben yazılmış mektupla ve size gönderdiğim mektubumda ele aldığım diğer konularla ilgili taahhütlü mektubunuz için teşekkürlerimi sunarım.
Sağlığınızın kötüye gittiğini duyduğumdan sizi yormamak için ve size karşı hissettiğim minnettarlığı yazılı olarak ifade etmemin gereksiz bir formalite olduğunu bildiğimden, size bir teşekkür mektubu göndermekten kaçındım. Ancak görüştüğüm Bay Aylmer Maude sağlığınızın yerinde olduğuna ve yazışmalarınızı her sabah şaşmaz ve düzenli bir şekilde gerçekleştirdiğinize dair güvence verdi. Bu benim için son derece sevindirici bir haberdi ve bu haber öğretilerinize göre gayet önemli olduğunu bildiğim konular hakkında size daha fazla yazmam için beni cesaretlendirdi.
Şu anda Güney Afrika’da olan bir İngiliz dostum tarafından yazılmış bir kitabı bu mektupla birlikte göndermemi hoş görmenizi istirham ederim. Bu kitap derinden bağlı olduğum ve hayatımı adadığım mücadeleme dayalı olarak benim yaşamımı anlatıyor. Faal ilginize ve sempatinize mazhar olmak için çok istekli olduğumdan size bu kitabı göndermemin tarafınızdan çizgiyi aşmak olarak değerlendirilmeyeceğini düşündüm.
Kanımca, Transvaal’daki Hintlilerin mücadelesi modern zamanların en görkemlisidir. Zira hem amacı hem de bu amaca ulaşmak için seçilen yöntemleri itibariyle ideal hâle gelmiştir. Katılanların herhangi bir kişisel çıkar elde etmediği, üstüne üstlük yarısının da bir prensip uğruna büyük acılara ve mahkemelere maruz kaldığı başka bir mücadele bilmiyorum. Böyle bir mücadeleyi arzu ettiğim kadar duyurmam şimdiye kadar mümkün olmadı. En geniş kitleye hâkim olan muhtemelen sizsiniz. Şayet Bay Doke’un kitabında ortaya koyulan olguların tatmin edici olduğunu ve benim ulaştığım sonuçların bu olgularla doğrulandığını düşünüyorsanız hareketimizi halka sevdirmek için uygun olacağını düşündüğünüz her şekilde nüfuzunuzu kullanmanızı istirham edebilir miyim? Hareketimiz başarılı olursa sadece dinin, sevginin ve gerçeğin dinsizliğe, nefrete ve yalana karşı zaferi olmakla kalmayacak, aynı zamanda haksızlığa uğrayan Hindistan’daki milyonlara ve dünyanın başka köşelerindeki halklara kuvvetle muhtemel örnek teşkil edecektir ve en azından Hindistan’da artık bir eğlence haline gelmiş olan şiddeti kırma yolunda kesinlikle önemli bir yol katedilmesini sağlayacaktır. Sonuna kadar dayanabilirsek -ki dayanacağımızı düşünüyorum- nihai zafere ulaşacağımızdan en ufak bir kuşku duymuyorum ve önerdiğim şekilde bizi cesaretlendirmeniz, kararlılığımızı ancak güçlendirebilir.
Meselenin uzlaşmayla çözümlenmesi için sürdürülen müzakereler hemen hemen başarısızlığa uğradı ve meslektaşımla bu hafta Güney Afrika’ya dönüyoruz. Muhtemelen hapis cezasıyla karşı karşıya kalacağız. Oğlumun da mücadeleye memnuniyetle katıldığını ve ağır işi de içeren altı aylık bir hapis cezasını çektiğini ekleyebilirim. Mücadelemiz boyunca bu dördüncü yatışı.
Bu mektuba yanıt verme nezaketinde bulunursanız, yanıtınızı Johannesburg, S.A. Box 6522 adresinden bana iletmenizi rica edebilir miyim?
Umarım sağlığınız yerindedir.
Sadık hizmetkârınız,
M.K. Gandi
Mahatma Gandi’nin Mektubu
Johannesburg
4.Nisan.1910
Saygıdeğer Beyefendi,
Geçici bir süreliğine Londra’da olduğum sırada sizinle yazıştığımızı hatırlayacaksınız. Mütevazı bir takipçiniz olarak, bu mektubumla birlikte size yazdığım bir kitapçığı gönderiyorum. Bu, bir Gujrat yazmasından yaptığım kendi çevirim. İlginçtir, orijinal yazmaya Hindistan Hükümeti tarafından el konuldu. Bu nedenle, sözünü ettiğim çevirinin yayımlanmasını hızlandırdım.
Sizi rahatsız etmekten özellikle çekinmeme rağmen ifade etmek isterim ki, sağlığınız izin verirse ve kitapçığı gözden geçirmek için zamanınız olursa, söylemeye gerek yok, yazmayla ilgili eleştirilerinize müteşekkir kalacağım.
Yayımlamam için bana yetki verdiğiniz bir Hindu'ya mektubunuzun birkaç nüshasını da iletiyorum. Hint dillerinden birine de tercüme edilmiştir.
Sadık hizmetkârınız,
M.K. Gandi
Lev Tolstoy’un Mektubu
Yasnaya Polyana
8.Mayıs.1910
Değerli Dostum,
Mektubunuz ve kitabınız “Hindistan’ın Kendi Kendini Yönetme Hakkı” elime geçti.
Kitabınızı büyük bir ilgiyle okudum çünkü ele aldığınız meselenin -pasif direnişin- sadece Hindistan için değil, tüm insanlık için çok önemli bir sorun olduğunu düşünüyorum.
Eski mektuplarınızı bulamadım ama J. Doss tarafından yazılan biyografinize rastladım. Bu biyografi de çok ilgimi çekti ve bana sizi daha iyi tanıma ve anlama imkânı verdi.
Şu anda pek sağlıklı değilim. Bu nedenle kitabınız ve çok değer verdiğim bütün çalışmalarınız hakkında söylemem gereken her şeyi size yazmaktan kaçınıyorum. Ancak kendimi daha iyi hisseder hissetmez yazacağım.
Dostunuz ve ağabeyiniz,
Lev Tolstoy
Mahatma Gandi’nin Mektubu
Johannesburg
15.Ağustos.1910
Geçtiğimiz 8 Mayıs tarihli yüreklendirici ve içten mektubunuz için size minnettarım. Kitapçığım “Hindistan’ın Kendi Kendini Yönetme Hakkı”nın tarafınızdan kabul görmüş olması benim içi çok kıymetli. Vaktiniz olduğunda, çalışmayla ilgili, mektubunuzda söz verme inceliğini gösterdiğiniz, ayrıntılı eleştirilerinizi sabırsızlıkla bekliyorum.
Bay Kallenbach size “Tolstoy Çiftliği” hakkında yazmış. Bay Kallenbach ve ben uzun yıllardır arkadaşız. “İtiraflarım” adlı çalışmanızda öylesine canlı anlattığınız deneyimlerin birçoğunu kendisinin de yaşadığını söyleyebilirim. Hiç kimsenin eserleri Bay Kallenbach'ı sizinkiler kadar derinden etkilememiştir ve dünyaya göstermiş olduğunuz idealleri başarma çabasında kendisini cesaretlendirmek için bana da danıştıktan sonra çiftliğine sizin adınızı verme cüretinde bulundu.
“Indian Opinion”ın burada gönderdiğim sayısı çiftliğin pasif direnişçiler için kullanılmasına izin verme konusundaki cömertliği hakkında size tam bilgi verecektir. Transvaal'da sürmekte olan pasif direniş mücadelesine kişisel olarak ilgi duymanız gerçeğine rağmen sizi bu ayrıntılarla rahatsız etmemeliydim.
Sadık hizmetkârınız,
M.K. Gandi
Lev Tolstoy’un Mektubu
Kotçetı, Rusya
7.Eylül.1910
Derginiz “Indian Opinion”ı aldım ve bu dergide pasif direniş hakkında yazılan her şeyi öğrenmekten memnun oldum. Ben de bunları okumanın bende uyandırdığı düşünceleri size anlatmak istedim.
Yaşamım uzadıkça ve özellikle şimdi, yaklaşan ölümü yakından hissettiğim sırada, özellikle hakkında böylesine coşkulu duygulara sahip olduğum ve fikrimce olağanüstü öneme sahip, pasif direniş denen, ama özünde yalan yorumlarla çarpıtılmamış sevgi öğretisinden başka bir şey olmayan fikri diğer insanlara anlatmak istiyorum. Sevgi, yani insan ruhlarının birlik olma çabası ve bu çabanın sonucunda ortaya çıkan eylemler, yaşamın en yüksek ve tek yasasıdır. Her insan bunu (en açık şeklini çocuklarda gördüğümüz üzere)ruhunun derinliklerinde hisseder ve bilir. Bilir, ta ki dünyanın sahte öğretileri yüzünden yolunu kaybedene kadar. Bu yasa, Hintli bilgelerin yanı sıra Çinli, Yahudi, Yunan, Romalı -bütün milletlere ait- bilgeler tarafından ifade edilegelmektedir. Bence bu, en açık, onda bütün yasaların ve peygamberlerin olduğunu doğrudan söylemiş olan İsa tarafından anlatıldı. Ancak o bununla yetinmeyerek, bu kanunun maruz kaldığı ve kalabileceği çarpıtmaları önceden görerek, onun çarpıtılması tehlikesine doğrudan işaret etti. Bu çarpıtılma tehlikesi, dünyevi çıkarlarına göre yaşayan insanlara özgüdür ve bu insanlar özellikle bu çıkarlarını güç kullanarak savunmak -yani onun deyişine göre yumruğa yumrukla karşılık vermek, el konulan nesneleri zorla geri almak vb. vb.-hakkını kendilerinde görürler. İsa -sağduyu sahibi her insanın bilmeden edemeyeceği gibi- şiddete başvurmanın hayatın temel yasası olan sevgiyle bağdaşmadığını, şiddete izin verilir verilmez her halükârda sevgi yasasının yetersizliğinin kabul edildiğini ve bu nedenle yasanın kendisinin reddedildiğini bilirdi. Görünüşte çok parlak olan bütün Hıristiyan medeniyeti, bu açık ve tuhaf, bazen bilinçli ama çoğunlukla bilinçsiz yanlış anlama ve çelişki üzerinde gelişti.
Gerçekte, sevgi söz konusu olduğunda dirence izin verilir verilmez, artık hayatın yasası olarak sevgi yoktu ve olamazdı. Şiddet -yani en güçlünün iktidarı- dışında hiçbir yaşam yasası olmadı. On dokuz yüzyıl boyunca Hıristiyan alemi böyle yaşadı. Hayatlarının düzenlenmesinde insanlara bütün çağlarda yalnızca şiddetin rehberlik ettiği doğrudur. Hıristiyan halkların diğer bütün halklardan biricik farklılığıysa sevgi yasası onlara -başka hiçbir dini öğretide olmadığı kadar- açık ve belirgin şekilde ifade edildikten sonra onların bu yasayı ağırbaşlılıkla kabul etmesi ve onunla birlikte kendisine güç kullanma ve yaşamını gücün üzerine kurma izni vermiş olmasında yatar. Ve bu nedenle, Hıristiyan halkların tüm yaşamı, inandıkları ile hayatlarını üzerine inşa ettikleri arasında sürekli bir çelişkidir: yaşamın yasası olarak kabul edilmiş sevgi ile -hükümdarların erki gibi, mahkemeler gibi, ordular gibi- çeşitli biçimlerde, bazen bir zorunluluk da olarak kabul edilen, kabul edilen ve övülen şiddet arasındaki çelişki. Bu çelişki, Hıristiyan alemi geliştikçe arttı ve günümüzde en üst mertebeye ulaştı. Şimdi mesele şu: Birini seçeceğiz, ya herhangi bir dini veya ahlaki öğretiyi tanımadığımızı kabul edip hayatımızı düzenlemede yalnızca muktedirin gücü tarafından yönetildiğimizi kabul edeceğiz ya da zorla toplanan tüm vergileri, adalet ve emniyet kurumlarını ve hepsinden önemlisi orduyu ortadan kaldıracağız.
Bu bahar Mokova’daki kız enstitülerinden birinde yapılan Tanrı’nın yasalarıyla ilgili sınavda önce öğretmen, ardından orada bulunan metropolit, hanımlara on emri ve özellikle altıncı emri sordu. Bu konuda doğru cevap aldığında metropolit genellikle bir soru daha sorardı: Tanrı’nın yasalarına göre cinayet her zaman ve her koşulda yasaklanmış mıdır? Hocaları tarafından ahlakları bozulmuş bu talihsiz hanımlar insan öldürmenin her zaman yasak olmadığı, öldürmeye savaş ve idam cezasının infazı durumlarında izin verildiği şeklinde cevap vermelilerdir ve öyle de cevap verirler. Ama bu talihsiz hanımlardan (anlattığım, bana da tanıkları tarafından aktarılmış olan, uydurma değil, gerçek hikâyenin kahramanı) birine aynı olağan devam sorusu -cinayet her zaman günah mıdır- soruldu. O, tedirginlikle ve kızararak, kararlı bir şekilde, her zaman diye cevap verdi. Piskoposun tüm olağan safsatalarına rağmen, cinayetin her zaman yasak olduğu, cinayetin hem Eski Ahit'te hem de sadece cinayeti değil, aynı zamanda bir kardeşe karşı her türlü kötülüğü meneden İsa tarafından da yasaklandığı cevabını kesin bir inançla vermeye devam etti. Ve tüm büyüklüğüne ve belagatine rağmen piskopos sustu ve kız buradan galip ayrıldı.
Evet, gazetelerimizde havacılıktaki başarılardan, karmaşık diplomatik ilişkilerden, çeşitli topluluklardan, keşiflerden, her türlü ittifaktan, sözde sanat eserlerinden bahsedebilir ve bu kızın söylediklerini sükûtla geçiştirmeye çalışabiliriz, ama geçiştiremeyiz çünkü Hıristiyan dünyasındaki her insan bunu hisseder, belki belli belirsiz ama hisseder.Sosyalizm, komünizm, anarşizm, Kurtuluş Ordusu, artan suç, ahalinin işsizliği, artan zenginlerin çılgın lüksü ve yoksulların sefaleti, korkunç derecede artan intihar sayısı, tüm bunlar çözülmesi gereken ve çözülemeyecek bir iç çelişkinin işaretleridir.Bu çelişki elbette ancak sevgi yasasını tanımak ve her türlü şiddeti reddetmekle çözülebilir.Ve işte bu nedenle, bize dünyanın öbür ucunda gibi görünen, Transvaal'daki eylemleriniz, şu anda dünyada yapılmakta olan ve yalnızca Hıristiyan halklarının değil, tüm dünyanın kaçınılmaz olarak katılabileceği tüm eylemlerin en merkezi, en önemlisidir.Rusya'da da bu eylemlerin, her yıl daha da artan askerlik hizmetini reddetme şeklinde hızla geliştiğini bilmekten memnun olacağınızı düşünüyorum. Karşı koymama doktrinine sadık halkınızın ve burada Rusya'da reddedenlerin sayısı ne kadar cüzi olursa olsun, her ikisi de güvenle Tanrı'nın kendileriyle olduğunu söyleyebilir. Ve Tanrı insanlardan daha güçlüdür.
Hristiyanlığın kabul görmüş şekli -Hristiyan toplumlar tarafından benimsenmiş, savaşlarda devasa boyutlarda cinayet için orduların ve silahların gerekliliğini dinin kendisiyle birlikte kabul eden tahrif edilmiş şekli olarak- öylesine açık ve insanı isyan ettiren bir çelişki barındırmaktadır ki, kaçınılmaz olarak eninde sonunda -muhtemelen de yakın bir zamanda- bu çelişkinin açığa çıkması ve ya iktidarın desteklenmesi için gerekli Hristiyanlığın ya da iktidar için en az diğeri kadar elzem olan orduların ve onlar tarafından arka çıkılan her türlü zorbalığın yerle bir edilmesi gerekecektir. Bu çelişki -hem sizin Britanya hükümeti hem bizim Rus hükümeti dahil-bütün iktidarlar tarafından hissediliyor ve doğal kendini koruma dürtüsü sonucu, bizim Rusya’da gördüğümüz ve sizin derginizdeki makalede açıkça belirtildiği gibi, bu iktidarlar başka yönetim karşıtı eylemlere göre çok daha büyük bir gayretle bu muhalefetin peşine düşüyor. Hükümetler esas tehlikenin nerede yattığını biliyor ve bu meseleyi sadece bir çıkar sorunu değil,bizzat varoluş sorunu olarak, gözlerini dört açarak izliyor.
İçten saygılarımla,
Lev Tolstoy