- PROLOG
Madison’da Bir Aydınlanma Gecesi / Nur Öztürk

Uyku Krallığı, romanın ana kahramanı Fikret’in (Fiko, Şair Bey) yazdığı, metinde içeriğinin hiç paylaşılmadığı şiir kitabının adı. Herkesin olduğu gibi Fikret’in hayatının da bazı dönüm noktaları bulunuyor: Eşi Nilgün ile tanışması, Amerika günleri, arkadaşları ile çıkardığı Eşik dergisi ve ülkede olup biten siyasi karmaşalar. Politik bir roman Uyku Krallığı, düzenli bir bilinç akışı tekniğiyle yazılmış, geçmişte yaşanmış olayların, rüyaların hepsi Fikret’in zihninde bir gün içinde akıp gidiyor. Amerika’dan İstanbul’a döndükten sonra bir pazar günü Akıncılar sitesindeki evinde geçirdiği ateşli hastalık sürecinde, kâh uyanık, kâhyarı uykulu, kendi deyimiyle hastalık tahtı’nda yatarken hatırladıklarını, hayatının dönüm noktalarını, pişmanlık ve suçluluk hissettiği eylemleri, söyledikleri, söyleyemedikleri, öfkelerini kahramanın kendi kişisel tarihiyle birlikte ülke ve dünya tarihinde olup bitenler ile çok katmanlı olarak aktarıyor. Roman başkişisinin akademisyen, tarihçi ve şair olması varoluş sorunlarının merkeze alındığı, az da olsa metinlerarasılık sunan, entelektüel bir içeriğe olanak veriyor. Bu bakımdan romanı okurken Dag Solstag havası sezinlemek mümkün oluyor.
Roman, Wisconsin günlerinde hafta sonları eşiyle yaptıkları gündelik işleri, evinin penceresinden görünen koruyu, orada tanıştıkları Türk arkadaşlarını hatırlamasıyla başlıyor. Yapılan hafta sonu alışverişleri, biten sabun, mutfak penceresinin ormana bakması gibi tüm “basit” anlar bireyin kişisel tarihinin önemli detayları oluyor. Akıncılar’da hasta yatağında geçmişinden bu tür detaylar hatırlayarak Fikret güven duygusuna olan ihtiyacını gideriyor. Bir süredir üniversitelerde ve sokaklarda devam eden eylemler -yazar açıkça belirtmese de Gezi günlerinden bahsettiğini düşündürüyor- gerilimli ortamın içinde geçirilen hastalık süreci, geçmişinden hatırladığı o güvenli anlara sığınma ihtiyacını anlaşılır kılıyor. Metinde birtakım şeylerin varlığı veya yokluğu, diğer birtakım şeylerin varlığı ve yokluğuna işaret etmede kullanılıyor: şehir ve toplumun güvende olması, dışarıda bir gerilim, çatışma veya savaşın olmayışı, markete gidiliyorsa bir sağlık sorununun olmadığı, kavundan tat alınıyorsa depresyonda olunmadığı gibi. Fikret’in duygu ve düşüncelerinin zihninden çıkmaya çalışmasının tezahürünü metinde sık sık kendine yollar açmaya çalışma, şiirini okuduğunu ve iyi yorumlar aldığını hayal etmesi şeklinde görüyoruz ancak beklentilerinin büyük çoğunluğu hayal ettiği gibi gerçekleşmiyor, genellikle içinde bulunduğu ortama uyum sağlamaya çalışıyorken yorgun düşüyor. Bulunduğu ortamdaki en çok dikkat çeken kişilerin konuşması esnasında kendi iç sesinden rahatlıkla anlayabiliyoruz içinde bulunduğu sıkışmışlığı.
Eserin merkezinde yer aldığını söyleyebileceğimiz, içerik açısından oldukça zengin entelektüel konuşmaların geçtiği; Fikret’in kendine, dünya ve insanlık tarihine dair çıkarımlarda bulunduğu, sonraki yaşamında da sık sık hatırlayacağı, metinde de atıflarda bulunulacak olan, kendi kişisel aydınlanma gecesi olarak da ele alabileceğimiz Osmanlı Tarihi Profesörü Paul Nathan’ın evinde davetli olarak bulundukları: Amerikan Gecesi. Fikret burada tanıştığı İran’lı İsmail’den İran devrimi, Şah dönemi, olayların İsmail’in çocukluğuna ve ailesinin geçmişinde yaşananlara etkisini anlamaya çalışıyor. Tarihi okumak, çalışmakla, tarihi olayların bireylerin hayatında oluşturdukları yıkımları, dokunuşları deneyimlemek çok farklı tecrübeler. İsmail’in eşi Luisa’nın Avrupa’yı yıkan veba salgınından, Detroit’in çöküşünden bahsettiği anları Fikret Akıncılar’da hasta yatağında tekrar hatırlıyor:
“Birtakım adamlar sizin orada, o köyde bulunmanızın, hatta bütün o köylerin oralarda bulunmasının ölümcül bir hata olduğunu düşünmeye başlarlar, artık burada kalmaları imkânsız, derler, birtakım devasa haritaların başında dikilip parmaklarıyla köyünüzü gösterir, artık burada değil şurada olmalılar, diye konuşurlar. Başka hiçbir çözüm yokmuş, diğer bütün çözümler bundan kötüymüş gibi, büyük bir güvenle evet, derler, bunu yapacağız, çare yok. Sonra verdikleri kararı unutmamak için haritanın bir noktasına, kenarda bir yerine bir raptiye batırırlar- işte o sizin köyünüzdür. Telgraflar gelir gider. Birkaç gün sonra o raptiyenin batırıldığı yerden dumanlar çıkacak, çığlıklar yükselecektir ve evet, başınıza gelen her şey aslında o raptiyenin, o küçücük raptiyenin oraya batırılışıdır.” (S. 115) Kişisel tarihimizde olduğu gibi, kendi yaşamlarımızda nasıl yükseliyor ve düşüyorsak insanlık tarihinde de farklı coğrafyalarda, farklı dönemlerde yaşam bir düşüş ve yükseliş dalgalanması arasında gidip geliyordur. Tüm bu dalgalanmalar Fikret’in zihninde de kendi kişisel tarihindeki en büyük dalgalanmalardan biri olan Eşik dergisinde arkadaşları ile yaşadığı tartışmaları ve oradan ayrılışını hatırlatıyor.
Yemekteki ilginç karakterlerden biri de Wolfgang. Fikret onun ortamda dikkat çekişini, kendini dinletmeyi becermesini kıskanıyor. Genellikle ortama uyum sağlamayı başarabilen, eğlenebilen, kendi fikrini kınanma, aptal bulunma korkusuna sahip olmadan yer yer küstahça sunabilen tüm kişileri kıskanıyor. Kendi geçmişinde arkadaşı Mesut’ların evinde, Mesut’un abisi Sadık ve arkadaşlarıyla birlikteyken Lenin hakkında geçen bir tartışmada yine aynı şekilde kendi fikirlerini sonuna kadar savunabilen her iki tarafa da gıptayla bakıyor ve suskunluk gösterdiği her an için hissettiği suçluluk duygusuyla o geceyi hatırlıyor. “Sadıklar kopup Kronstadt’a gitmiş, bizi de zorla oraya, tarihin pis sokaklarına çekmeye çalışıyorlardı; neyse ki biz direniyorduk, daha doğrusu ben, evet, onları sessizce protesto ediyordum, bizi alıp götüremezsiniz, ben burada kalıyorum, hayatımın olduğu yerde. Peki ya Lenin, ne yapacak Lenin, söyle! Daha iyisini yapabilirdi, yapmalıydı- haklısın Mesut, fakat artık çok geç dostlar, gidelim: Hani Anadolu’da ne derler, olmuşla ölmüşe çare yok, hayat da böyle bir şey dostlar, gidelim. Akıncılar’da o geceki tartışmayı hatırlarken büründüğüm sessizliğin ne kadar korkakça, ne kadar alçakça olduğunu düşündüm, tarihçi olan bendim ve hep böyle demek istiyordum: Olan oldu dostlar, artık çok geç, gidelim.” (S.123)Karakter kendi söyleyemediklerinin yanında, tarihte gerçekleşen tüm olayların sorumluluğunun yanında bilmenin sorumluluğunu hissediyor ve bu duyguların altında eylemsizliğiyle sıkışıp kalıyor. Zihninde yaptığı gezintilerin, suçlamaların, beğenmemelerin, bazen kabullenmelerin altında “Gecikmişlik makamı” olarak adlandırdığı bu gerçek yatıyor. Yan karakter Wolfgang ile bara yürürken, Wolfgang’ın Orta Çağ’da tüm dünyanın günahları için uçlarında kancaları olan kırbaçlarla kendilerini kırbaçlatan Flagellant’ları anlattığında, Fikret kendi eylemsizliğini bir nebze olsun kabullenmeye ve rahatlamaya başlıyor.
Akıncılar’da yeniden ele alınan geçmiş, farklı yorumlamalara, yeni çıkarımlara, zihnin yeniden inşasına ve artık Fikret için eylemsizlikten kurtuluşa yol açıyor. Okur olarak eksikliğini hissettiğim, yazarın da belki kitabın hacmini düşünerek veya daha çok baş karakterin zihninde dolaşmayı öncelediği, kurgusunu öyle inşa ettiği için bilerek kaçındığı, ya da yazmaya değer bulmamış da olabilir; Atalay ve Profesör Nathan’ın o gece aralarında geçen diyalogların açıkbir biçimde metinde yer alması oluyor. Ana karakterin zihninde dolaştırıldığımız kurgular için yaşanan olağan durum Uyku Krallığı için de geçerli oluyor; her ne kadar tüm tarafların görüşlerine ve karakterin kendi tutarlılığı açısından, kendi görüşlerine geniş yer vermiş olsa da karakterin zihninde olmamızdan dolayı okur olarak bazı kabullerle, belirli ideolojiler çerçevesinde okuma serüvenizimi sürdürmek durumunda oluyoruz.
“Oradan bakıldığında herkes haklı görünür gözüme, tabi aynı zamanda da herkes haksızdır ve bu ikisi aynı şeydir, neticede her şeyi olduğu gibi kabul ederim, evet, hepsi kabulüm, der dururum içimden, olan biten neyse kabulüm.”(S.158)
Uyku Krallığı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1. Baskı, Haziran 2023, S.181