top of page
  • ARZU ALKAN ATEŞ

Arzu Alkan Ateş'ten Yazı Dizisi -3- "Masalsı Kentler"


CESKY KRUMLOV/ ŞURAYA BİR KUKLA BIRAKTIM

Çekya’nın Cesky Krumlov’u, Prag’a yüz seksen kilometre mesafede ve en az Prag kadar etkileyici bir şehirdi. Hatta Prag kadar fantastik olduğunu söyleyebilirim. Bu fantastik şehirde de doğa insanın düş gücüyle uyum içindeydi. Gözü yoran bir şey yoktu. Saf güzellikti! Vltava Nehri şehrin ortasından geçiyor, şehrin iki yakasında da nehrin sesi kulaklara doluyordu. Şu an belleğimde Cesky Krumlov sisler içinde bir görünüp bir kayboluyor. Bu gizem de onu unutulmaz kılıyor. Dükkânların önlerinde asılan kuklaları görünce kukla olasım gelmişti. Bir kukla kadar susmak istemiştim. Çünkü bir kukla sustuğunda da çok şey anlatır. Cesky Krumlov’da, biri çıkıp da iplerimi oynatana kadar susabilirdim. Sisler içindeki bu masalda, Cesky Krumlov’un sokaklarında kendimi kaybettim ya da bile isteye kayboldum. Hâlâ bir kuklaydım. İplerim kimin elindeydi bilmiyordum, merak da etmiyordum. Kiremit damlı bir evin açık kapısından içeri girdim. Bir kuklanın sessizliğiyle. Kimse fark etmedi beni. Belli ki buralılar kuklaların aralarında dolaşmalarına alışkındılar. Ev sahibi yaşlı bir Çek kadındı. Sandalyesinde ileri geri sallanırken zaman bir geçiyor bir geçmiyordu. Sahi zaman neydi? Sanki Cesky Krumlov’un sokaklarında zaman durmuştu. Durmuş bir zaman nasıl anlatılırdı? Bilmiyorum. Yaşlı kadının yüzündeki kırışıklıklar, doğunun şifacı şaman kadınlarını hatırlattı bana. Kendinden bir kukla yontuyordu. Herkesin bir kuklası olmalı, diyordu. Düşündüm de ne güzel olurdu. Ben ve kuklam! Kadın, kuklalar ele geçirsin dünyayı, deyince ürperdim. Kendinden oyduğu kuklayı gösterdi. Size hiç benzemiyor, dedim. Sustu. Aklı kayıptı sanki. Bir kale biliyorum oradan bakarsan sen de kaybolursun, dedi. Alayla karışık, bir kuklasın, sana ne diye inanayım, dedim. Ne dese beğenirsiniz! Sen de kuklalara özenen bir insansın! Gülümsedim. Ben gülümserken kukla olan diğer benim, kalenin tepesinden baktı. Ve Cesky Krumlov’u olduğu gibi bütün güzelliğiyle gördü. Sis sanıldığı gibi örtü, değilmiş. İşte, yaşlı kadın kucağındaki kuklasıyla sokaklarda geziyordu. Aklı kayıp, onu arıyor, dedim. Çek şarkıcı ve piyanist Marketa Irglova’nın sisli sesini duyunca bıraktım kuklamı şarkının içine ve Cesky Krumlov’un sokaklarına. Şimdi gitmeliyim, seni yanımda götüremem. Buraya aitsin. İplerini çözemem. Bir gün dönüp geldiğimde Cesky Krumlov’un sokaklarında beni karşılayacaksın, biliyorum, dedim. İster inanın ister inanmayın ben kuklamı Cesky Krumlov’un sokaklarında bıraktım. Tabii bunların hepsini bir düşten devşirmiş olabilirim!


ŞİFA KİTABI KARLOVY VARY

Yine Çekya’nın sınırları içinde ama bu sefer Almanya sınırına yakın Karlovy Vary’e düştü yolum. Kralın banyosu demekmiş anlamı. Kaplıcalar şehri burası. Rivayete göre 1350’de IV. Karl’ın av köpeklerinden birinin bir sıcak su pınarına düşmesiyle keşfedilmiş, kaplıcalar. O günden sonra da termal oteller açılmış. Karlovy Vary’deki yapılar ya otel ya da kafe, bar, restoran, alışveriş dükkânıydı. Çekya gezim boyunca yağmur peşimi bırakmadı. Benimle birlikte bütün Çekya’yı dolaştı. Ben ayrıldıktan sonra kaldığım şehirlerde yağmurun kesildiğini öğrenmek biraz canımı sıksa da vardır bunda bir hikmet, dedim. Hal böyle olunca Karlovy Vary’ide yağmur altında gezdim. Karlovy Vary Film Festivali’nin son güne denk geldiğim için şehir kalabalıktı. Tatlı bir heyecan vardı sokaklarda. Meydanda büyük bir platform kurulmuş, dev ekrandan filmler gösteriliyordu. Oyuncular, yönetmenler, kameramanlar etrafta dolaşıyordu. Platformun karşısındaki kafede becherovka adındaki tarçınlı likörümü içip ekrandaki filme bakıyordum. Dilini anlamadığım bir filme dalacak denli hayalbaz olmam yanımdakileri şaşırtmış olsa gerek ki ne anlıyorsun, diye sordular. Anlamak için illa aynı dili konuşmak mı gerekiyordu? Birden Kafka’nın çantamdaki kitabı geldi aklıma. Çekya’da kendimi neden yabancı hissetmediğimi de o an anladım. Çünkü yolculuk boyunca Kafka yanımdaydı. Daha önce defalarca okuduğum kitaplarından birkaç sayfa okumak iyi geliyordu bana. Çekya yolculuğuna biraz da Kafka için çıkmıştım. Babama Mektup’u çıkarıp çevirdim sayfalarını. Prag’dan aldığım kitap Çekçe yazılmıştı. Ama ben Kafka’nın sıkıntısını paylaşacak kadar dilinden anlıyordum.

Bütün güzel kentler gibi Karlovy Vary’in ortasından da nehir geçiyordu. Hluboka Nehri şehri ikiye ayırıyordu. Nehrin iki yakasını küçük köprüler bağlıyordu. Havası çok temiz, doğası yemyeşildi. Ağaçların gövdeleri kalın, boyları uzundu. İklim en çok ağaçlara yaramıştı burada. Hiç bu kadar heybetli ağacı bir arada görmemiştim. Altından geçtiğim çınarın gövdesini sarmak geldi içimden. Benden üç tane olsa ancak sarardık! Şifalı suları toprağın altında kaynayan Karlovy Vary bir şifa kitabıydı sanki. Vagner, Tolstoy, Brams, Kazanova, Bethoven, Kafka, Rus Çarı Petro ve Mustafa Kemal Atatürk bu şifa kitabının sayfalarını çeviren ünlülerden bazılarıymış. Tabii benim ilgimi hemen Atatürk çekti. 1918 yılında böbrek tedavisi görmek için şehre gelen Atatürk Carlsbad Plaza’da kalmış. Otele girdiğimde Atatürk’ün burada kaldığını gösteren tabelayı görmek hoşuma gitti. James Bond serisinin Casino Royale filmi burada çekilmiş. Pek tarzım olmadığı için bu filmi izlemedim ama Steven Soderbergh’in Kafka’sını yolculuğa çıkmadan önce izlemiştim. Çekya’yı ve Kafka’yı anlamak için iyi bir seçim olduğunu düşünüyorum.

Yağmur yağadursun! Karlovy Vary’in küçük dükkânlarında Çek porselenleri, kuklalar, kristal takılar ve çeşitli objeler içinde ne aradığımı bilmeden dolaştım. Girdiğim dükkânlardan birinde Çek besteci Dvorak’ın, Humoresque’si’ni duyunca aradığımı buldum. Açıkçası Karlovy Vary için bundan daha iyi bir final olamazdı.

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page