- PROLOG
Munis İnsanlar Topluluğu / Hande Kavgacı

İstiridye Emekliler Kulübü’nün ağır ceviz kapısını sonuna kadar açarak içeriye girdiğinde tüm gözler üzerine çevrilmişti. Daha ilk saniyede istediğine ulaşmış olmanın verdiği hazla, omuzlarını daha da geriye atarak, salonun ortasına kadar ilerledi. Dikkat çekmeye bayılırdı. Tıknaz, gür sakallı, ortalama zekâya sahip sıradan bir adam olmasına karşın kendini uzun boyluca, sempatik, zeki ve saygın biri olarak görürdü. Gençlik yıllarındaki büyüklenmeleri, zamanla herkesi canından bezdiren bir kibire dönüşmüştü. Abartılı bir şekilde kollarını iki yana açarak kendini tanıttı.
“Bendeniz emekli İdari İşler Müdürü Munis Canip. Bu güzide sahil kasabasına yeni taşındım ve hemen kulübünüze üye oldum. Şu an sizlerle birlikte olmaktan çok mutluyum.” dedi.
İlk izlenimin ne denli önemli olduğunu bildiğinden, etkili olacağını düşündüğü bu girişi uygun bulmuştu. Yere kadar eğilerek reverans da yapmıştı ama gerçekte görünenle, hayalindeki görüntü aynı olmamıştı. Hantal bedeniyle hiç uyuşmayan bu hareket, kalın göz kapaklarının altından fırlayan patlak gözlerindeki şeytani bakışla birleşince kulüptekilerde kaygı verici bir merak, hatta biraz da tiksinme duygusu uyandırmıştı.
Üyeler arasında dolaşarak ayak üstü sohbetler yapan kadının yüzünde de benzer bir merak belirmişti. Kararlı adımları ve kendinden emin duruşuyla meydan okuyan bir hâli vardı. Dar alnı, özenle alınmış ince kaşları ve kıvrak yürüyüşüyle ilk bakışta dikkatleri üzerine çekse de damarları şişmiş elleri ve iyice incelmiş dudaklarından taşan kırmızı ruju ilerleyen yaşını ele veriyordu. Etine dolgun vücuduna bir beden küçük gelen elbisesinin üst tarafı kol hareketlerini kısıtladığından zorlanarak elini uzattı ve “Merhaba!” dedi. Süslü kadının özgüvenli tavrı, havalı girişiyle herkesi büyülediğini sanan Munis Bey’in huzurunu kaçırmıştı. “Kiminle müşerref oluyorum?” diye sordu uzatılan eli sıkarken.
“Bu kulübün üç yıldır başkanlığını yapıyorum.” dedi kadın. “Üyeliğinize uygunluk veren de benim. Anlayacağınız burada her şey benden sorulur. Yani son kararı ben veririm.” Konuşurken kollarını göğüs hizasında birleştirmişti. Sonra başını omuzunun üstünden geriye doğru atarak yardakçılarının oturduğu uzun kanepeye doğru yürüdü.
Aldığı bu cevap Munis Bey’in beynini zonklatsa da bir rüküşe pabuç bırakacak da değildi. Kadının ne kadar ileriye gidebileceğini görmek istedi.
“Demek ki görevi devretme vaktiniz gelmiş. Benim elim değmeli.” dedi sinsice.
Başkan Hanım son sözü işittiyse de duymazdan geldi. Zira sinirlenince neler yapabileceğini çok iyi biliyordu. Oysaki Munis Bey istemsizce atılan bir çığlık gibi cereyan eden bu tuhaf tanışma faslıyla ortamı iyice gerdiğinin farkında bile değildi.
Kulüp birbirinden renkli pek çok karakteri içinde barındıran, daha çok emeklilerin boş zamanlarını geçirmek için toplandıkları ve kayda değer herhangi bir aktivitenin yapılmadığı bir yerdi aslında. Bütün gün çay, kahve içilir, pişti, papaz kaçtı, kızma birader gibi her neviden kağıt ve kutu oyunları oynanır, bol bol da dedikodu yapılırdı. Dikkat çekici olansa deniz, temiz hava ve sessizliğin hüküm sürdüğü bir kasabada insanların son derece gergin olmalarıydı.
Kulübün kütüphanesi olarak kabul edilen ve yalnızca uzun ince tek bir kitaplık ile eski bir koltuktan oluşan bölümde gazete okuyan adam lafa karışarak, “Eliniz değdiğinde fark eden bir şey olacak mı sanki?” dedi ukala bir tavırla. Sonuçta yeni adamın hadsiz tavırlarına birininmüdahale etmesi şarttı. Diğer yandan Munis Bey bu sorudan çok memnun kalmıştı. Kendini göstermesi için bir fırsat olduğunu düşündü. Keyifle göğsünü şişirdi ve gözlerini tavandaki bir noktaya sabitleyerek anlatmaya başladı.
“Tam otuz yıl boyunca devlet memurluğu yaptım. Üstelik son on beş yılında Demiryolları’nda üst düzey yöneticiydim. Malumunuz yönetme, kontrol, planlama ve koordinasyon tam benim işim. Eğer isterseniz kulübü daha keyifli bir hale getirebilirim...”
Daha sözünü bitirmemişti ki sinirleri giderek laçkalaşmaya başlayan Başkan Hanım girdi araya, “Takdir edersiniz ki bir şeyleri değiştirmek için önce para gerekir.” dedi ve yardakçılarına kendisini onaylamaları için çipil gözleriyle bir işaret çaktı. Beş kadın tek bir ağızdan, “Asla parasız olmaz! İmkânsız.” dediler.
Munis Bey kadınları teker teker süzdü. Ardından gözleriyle hızlıca diğer üyeleri taradı. Rüküş Başkan’dan başka ona rakip olacak kimsenin olmadığına kanaat getirdi. Yani yaşları altmış ile seksen arasında değişen yardakçıları kendi tarafına çekmesi yeterli olacaktı.
Sakalını sıvazlayarak, “Para yaratmak tam benlik iş.” dedi. Sonra kadınlara çapkınca bir gülüş attı ve devam etti. “İstanbul’un dış mahallerinden birinden on yıl vadeyle oldukça uygun bir fiyata aldığım arsa kentsel dönüşümle değerlenince kat karşılığı vererek her biri beş milyondan tam altı daire sahibi oluverdim. Buna finans zekâsı denmez de ne denir hanımlar?
Yardakçılar üzerlerine bırakılan bu soruya ne cevap vereceklerini bilemediler. Salonda önce kıpırdanmalar sonra da kümeler halinde fısıldaşmalar oldu. Herkes yatırım dahisi olduğunu iddia edenyeni adama kimin cevap vereceğini beklemeye koyulmuştu. Gazete okuyan adam yine öne atıldı.
“Bizim kör cahil sütçü Hulusi’nin, daha da kör cahil babasından kalan girişteki arsa da, millet şehirden buralara kaçınca değerlendi. Şimdi sahilde iki villası var!” dedi alaycı bir tavırla. Adamın lafı gediğine koymasıyla birlikte öyle bir kahkaha tufanı koptu ki sinirden rengi mora dönen Munis Bey’in mırıldanmalarını duyan bile olmadı.
O sıra hiçbir şeyden habersiz çaycı giriverdi içeri. Başına gelecekleri bilseydi o gün asla öğle çayını demlemezdi ama iş işten geçmişti.
Öfkesinden eli ayağı titremeye başlayan Munis Bey kadınların oturduğu kanepenin karşısındaki boş koltuğa bıraktı kendini. Tam çatacak birini ararken çaycının içeri dalmasına içten içe sevinmişti. “Çağrıldın mı?” diye çıkıştı.
“Anlamadım!” dedi çaycı şaşırmış bir halde.
“Çağrıldın mı küstah?” diye tekrar etti. Bir yandan da işaret parmağını sallıyordu.
Genç adam her gün düzenli olarak dört kez yaptığı çay servisi için bugün nedenazar işittiğini anlayamamıştı. Çaycı gencin gördüğü muamele karşısında Başkan Hanım, “Rezalet bir gün.” diye yüksek sesle söylenmeye başladı. Destekçileri de arkasından, “Rezalet bir gün.” diye doğruladılar. Sonra öfkeyle, “Kuzum siz şaka mısınız? Çay içmek için sizden mi izin alacağız?” diye ileriye doğru atıldı.
“Size ne oluyor! Bu çaycı ile benim aramdaki sorun.” diye çıkıştı Munis Bey.
“Beyefendi! Bakın size hâlâ beyefendi diye hitap ediyorum.” dedi Başkan. “Geldiğinizden beri hepimizi gerdiniz. Sonunda üyeliğinizi iptal etmek durumunda kalacağım.” Kadının konuşurken gözü seğirmeye, alt dudağı da ileri geri hareket etmeye başlamıştı.
Aldığı tehdit karşısında hırslanan Munis Bey’in sağ şakağının üstündeki mavi damar iyice belirginleşmiş ve hızlı hızlı atmaya başlamıştı ama o aldırış etmedi. Oturduğu koltuktan kalkarak Başkan’ın hemen yanındaki sehpaya tekme savurdu. Amacı göz dağı vermekti. Bir yandan da “Hangi cüretle benim gibi saygın biriyle bu şekilde konuşabiliyorsunuz?” diye haykırıyordu.
Birden herkes Başkan Hanım’ın çığlığıyla yerinden fırladı. Kendinden geçmiş bir şekilde, “Cehennem ol git. Allah’ın belası. Defol.” diye bağırıyor, bir eliyle Munis Bey’in gür sakallarını avuçlarken, diğer elinin parmaklarını da saçlarına geçiriyordu. Topuklu ayakkabısının sivri ucuyla bir tekme savurdu tam dizinin ortasına. Sonra gömleğinden yakaladı ve sarsmaya başladı adamı. Yaşanan arbedede Munis Bey’in kopan düğmeleri etrafa saçıldı. Kulüptekiler kavgayı durdurmaya çalıştılarsa da gözü dönmüş kadın her seferinde bulduğu bir boşluktan Munis Bey’in suratına savuruyordu tırnaklarını. Nasıl olduysa onca insan bir elli boyundaki Başkan Hanım’ı bir türlü zapt edememişti ta ki eli ayağı boşalıp da yere yığılana kadar.
Munis Bey kuyruğu dik tutmak için hemen üstüne çeki düzen vermeye koyuldu. O anda dişli rakibinin yüzünü gördü. Ürktü kadının gözlerinden. Sessizce uzaklaştı oradan seke seke. Sırtını duvara yasladı. Elinin tersiyle patlayan dudağından ve burnundan ince ince akan kanları sildi. İlk defa bu denli sert bir kayaya çarpmıştı. Olacak iş değildi. Fındık kurdu gibi bir kadına yenilmişti. “Şimdilik böyle olsun, elbet bu iş burada bitmeyecek.” diye geçirdi içinden. Dizine aldığı darbenin etkisiyle zor yürüyordu. Bayağı hırpalanmıştı. Kimse koluna girip yardım bile etmedi. Kulübe girerken tek hamlede açtığı kapıyı dışarı çıkabilmek için zorlukla aralayabildi. Çınlayan kulağıyla duyabildiği kadarıyla, “Çıkarken kapıyı da kapat. Küstah!” diye bağırıyordu Başkan Hanım.