- PROLOG
Pasta Yesinler / Umut Kaygısız

Bu hikâyede seyirci hem misafir hem de ev sahibi. Kadın içeri giriyor, adam çıkıyor dışarı. Adam içeri girdiğindeyse kadının odada bulunması en önemsiz durumlardan biri. Adam, artık düğmesiz çalışmayı huy edinmiş erk ispatlama cihazının gürültüsüyle baş başa bırakıyor kadını. Sözüm ona en kısık seste, sadece birkaç cümleyle işini yapıyor makine. Kadının beyni ve ruhu gürültüyü kucaklıyor, kalbi ise kalın bir masa örtüsünün altında. Önlem çoktan alınmış belli ki.
Sesinin şiddetini iyi ayarlıyor konuşurken. Tıpkı musluğu ne kadar açması, bıçağı et tahtasına ne sertlikte vurması, kaç adet limonla salatayı hazırlaması ve yaklaşmakta olduğu odada bulunan kişiye göre ayaklarını ne ölçüde yere vurması gerektiğini bildiği gibi. Ona bakınca, hiç zorlanmadan her şeyin üstesinden gelmeyi becerebilen bir kadın görüyorum. Bakmaya devam ediyorum sonra. Limonlar zıplıyor, mikro dalga fırının uyarı sesi boşlukta yankılanıyor, pazar filesi görünmeyen topun ağlara gitmesini bekliyor, mor eldivenler sıcaktan ve özellikle ateşten hiç mi hiç korkmuyor. Kadının her saniye değişen yüz ifadesi, yeni keşiflere açık bir kapı bırakıyor. Ona doğru yürümeye devam ettiğim için kendimi suçlamayışıma en güzel bahane de bu oluyor. Hiç yakın olmadığım bu ele avuca sığmaz kahramana yaklaşmayı sürdürürken kafamın içinde yeni düşünce filizleri yeşeriveriyor. Konuşsun diye, bir mevsimden diğerine geçiş yaparken sabırsızlanan kuşlar kadar heyecanlı bir bekleyişle sormadan edemiyorum ben de: “Belki de bugün, dünden daha iyisin. Ama yarın için umut etmekten fazlasına gücüm yok ne yazık ki. Tek bir şey yapabilirim, o da sen gülümsersen gerçek olur.”
“Pasta Yesinler”, Komedi apoletinin verdiği özgürlüğü bonkörce harcamayacak kadar güçlü bir metne sahip. Yazar Heves Berksu incelikli düşüncelerini ve adrese teslim göndermelerini titizlikle oyunun içine yerleştirmiş. Yönetmen koltuğunda oturan Ant Aksan ise görsel hafızamıza kazınacak doygunlukta, insana dair karanlık noktaları oldukça aydınlık geçişlerle vermekte hayli başarılı. Ama oyunu asıl yukarı taşıyan şey ne diye sorarsanız, fazla düşünmem. Bir çırpıda Elif Arslan’ın gövde gösterisine dönüşen performansı derim. Tek kişilik oyunların kaderini genelde oyuncu belirler diye düşünmek, Sezar’ın hakkını Sezar’a vermemek olur. Oyunun birinci dakikasından itibaren hiç zorlanmadan seyirciyi eline geçirebilen yetenekli oyuncu, seyirci üzerinde net biçimde hakimiyetini kuruyor ve sonra tempoyu istediği gibi ayarlayarak hikâyesini başarıyla anlatıyor.
Efendilik ve kölelik kavramlarının yüzyıllarca kuşaktan kuşağa taşınıp farklı ve medeni forma kavuşturularak bugünün aile yapısının içerisine de yerleştirildiğini, çok farklı, içten ve bam telimize dokunarak anlatıyor “Pasta Yesinler.” Aynı çatının altında rutinleşen ve olağan karşılanan erkek ile kadın arasındaki tarifsiz görev dağılımının aile bireyleri üzerlerindeki psikolojik etkisini derinlemesine irdelerken, ana karakterin ruhsal devinimini bizleri çokça gülümseten bir olay akışı içerisinde sunduğunu özellikle belirtmeliyim.
Öyle ya, kökeni mitolojiye dayanan bir oyunun devamı aslında bu. Önce Yunan tanrılarının, sonra imparatorların, firavunların, padişahların ve hatta ağaların, beylerin en büyük güç gösterisi değil midir ziyafet vermek? Bu büyüklük nişanesinin altında ezilmeye mahkûm edilen, hünerli birtakım ellerin sessizliğini dinlemek, daha doğrusu tebessüm ederek seyretmek de bizlere düştü bu oyun sayesinde.
Ziyafetin midyeli olan kısmında gerçekten çok güldüm ama bir o kadar da düşündüm. İş sonunda farklı ve daha köşeye sıkıştırılmış, başka bir konuk ağırlamaya dayanınca, sanat eserini andırmaya hazırlanan, bir ressamın estetik tablosu kıvamındaki mucizevi ürün pastaya gelip dayanıyor tabii. İşte bu noktada beklentiden bağımsız, mutfak sanatçımızın kurtuluş yolu tek bir cümlede özetlenebiliyor: “Pasta Yesinler.”
Arada kuvvetli bir doğaçlama rüzgârı esiyor ki, Elif Arslan’ın sahnede büyüğüne şahitlik ediyorsunuz. O dakikaya kadar jest ve mimikleriyle hikâyenin tepesinde duran giyotin etkisindeki güç, bu kez seyirciyi de oyunun içerisine alarak etkisini arttırıyor. Acaba bu işin altından nasıl kalkacak, diye endişe duymayı erteliyorsunuz ve Elif Arslan’ın oyun arkası mesajlarını bir solukta okuyorsunuz.
Eğitim sistemi eleştirisi, topluma birey kazandırma kabiliyetsizliklerimiz ve kadın-erkek ilişkilerinde denge unsurunu bozan, sadece psikolojik ağırlıktan ibaret, tatsız birçok dürtü gelip konuyor sofraya. “Oyuna ara ver, dersini çalış” komutuyla başlayan zincir, nedenini sormadan yaptığımız ve yapmayı mecburiyet kabul ettiğimiz, bir an önce bitsin diye dua ettiğimiz onlarca şeyi anımsatıyor bizlere. Salondaki herkes çocukluğuna dönüyor bir anda. Ve düşünüyor. “Oyun biterse…” ile başlıyor ve bir nefeslik dinlenip devam ediyor sahnedeki ses. “Aslında hiçbir şeyin keyfi ve anlamı kalmaz.” Sormak istiyoruz ama susuyoruz. Cevap üç dört defa patlıyor kulaklarda: “Yaptığımız her şey aslında oyunun bir parçası. Pekâlâ devam edebiliriz oyun oynamaya.”
İnsan büyüse de yaşlansa da toplum içerisinde dürtülerinden sıyrılıp kendisinden beklenildiği gibi davransa da farkında olmadan oynamaya devam eder aslında. Sadece oyuncaklar değişir, gelişir ve de büyür. Bindiğimiz otomobillerin, motorların, bisikletlerin, trenlerin oyuncak olmadığını kim söyleyebilir? Evde kullandığımız beyaz eşyaların evcilik oyunlarımızın büyük versiyonu olduğunu inkâr edebilir miyiz? Peki ya silahlar? Toplar, tüfekler, tanklar, füzeler? Her gün başımızı kaldırmadan kölesi olduğumuz bilgisayarların ve cep telefonlarının da oyuncak olmadığını söyleyecek biri yoktur herhalde. İşte bu yüzden oyun hiç bitmez, bitmemelidir de. İnsanın hayatı kucaklaması hep bir avuntuya gebedir ve hayal gücünün kucakladığı büyüklükte mutlulukla örülüdür dersek yalan söylememiş oluruz ve bir dilim pastayı hak ederiz.
Pasta imgesi de bu yüzden çok değerlidir. İsmini duyan çocukların çığlık attığı gibi yetişkinleri de çok mutlu eden bir kaçamaktır o. Büyümemeyi değil; kendini ödüllendirme, karşındakini şımartma, gülümsetme aracıdır pasta. Sunulduğu her masada göz kamaştırır, büyüler. Ustası da özeldir. Ve en mühimi, her pasta kendine özgüdür, adaşlarından herhangi birisine benzemez. Kendine has tabiatıyla saf güzellik bırakır gözlerde ve damaklarda.
“Pasta Yesinler”, zengin içeriğinden bağımsız olarak ayrıca sürprizlerle dolu. İnteraktif bölümünde seyircilerini pasta ziyafetiyle şaşırtan Elif Arslan, oyun sonrası da pasta ikramına devam ederek tatlı bir uğurlama gerçekleştiriyor. Ben öyküdeki zaman geçişini destekleyen ışık oyunlarına ve anlatıcının arkasından esen rüzgâr olan canlı müziğe ayrıca bayıldım. Temposu düşmeyen, düşündürücü bir komedi için oldukça keyifli bir deneyimdi. Tiyatro Peron’un kendine has aile dokusu altında bu oyunun tadına muhakkak bakın derim. İzmir’e yolu düşen herkese iyi seyirler.