- LEVENT ÇANAKÇI
Siluetler

Ranzasından doğrulduğunda gözü pencereye ilişti. Kar yağıyordu. Hava oldukça yalnızlık kadar soğuktu. Çayını aldı. Görüş için gidenlerin geri geldiğini kapının çelik çığlığıyla anladı. Koğuşa soğukla birlikte hüzünlü bir uğultu süzüldü. Bir çığlık daha izledi uğultuyu sonra kapandı kapı. Köpeklerim çok aç olmalı diye düşündü. Soğuk havalarda beklemek zor olsa da camiden çıkanlar daha çok para veriyorlardı. Toplayacağı parayla köpeklerine yiyecek alabilecekti. Sevindi. Çayından bir yudum aldı. İyi demlenmiş çayın sakin kokusunu çok severdi hep. Gelirken aldığı hazır yemeği masaya bıraktı ve üzerini değiştirmek için yatak odasına gitti. Her ne kadar akşamdan kalma kötü, yorgun bir sigara ve alkol kokusu olsa da kuliste kendisine bakmak, makyaj yapmak ve sonrasında sahneye çıkmak hoşuna gidiyordu. Makyajını yaptıktan sonra kendisini bekleyen özel aracına binip şirketine doğru yola çıkacaktı. Yemeğini masanın üzerinde açtığı laptop dan müzik dinleyerek yedi. Yemeğin lezzetini beğendi. Her zamanki gibi iyi pişirmişti aşçı kadın. Orkestranın en sevdiği açılış parçasını çaldığını duyunca zamanın geldiğini anladı, yavaş adımlarla ve şık kıyafetiyle sahneye doğru yürümeye başladı. Bu günkü müşterileri biraz zorlu da olsa satışı yapmayı başarmıştı. Bu ay da hedefini tutturacak gibiydi. Ticari krediler tamam, mevduat zaten iyi durumda, bireysel emeklilik ve sigorta her zaman tutardı zaten. Rakamları görünce keyfi yerine geldi. Tüm iş kolları iyi çalışıyordu. Yönettiği şirketin her geçen gün büyüyerek, pazar payını artırması aldığı eğitimin boşa gitmediğinin göstergesiydi. Saçlarını arkasında topladı ve herkese teşekkür ederek toplantının bittiğini söyledi. Birer birer odadan çıktı her biri en az 10.000 istenmeyen para biriminden maaş alan müdürleri. Masada yalnız kalmıştı. Görüşten gelenler aldıkları mektupları ve hediyelerini ile ranzalarına geçmişlerdi. Yarısı çözülmüş olan bulmacaya baktı. Okuma yazması olmadığı için resimli magazin sayfasına geçti hemen. Çayından bir yudum daha almak istedi. Çayı bitmişti. Bir çay daha alır mısınız efendim ya da başka bir şey. Ayağa kalkarak ellerini iki yana açtı ve izleyenlerini selamladı. Alkışlar çok güçlüydü. Güçlü olmasının sebebi dinleyicilerinin tamamının erkek olmasıydı. Bu şarkının son nakaratında muhakkak sahnenin merdivenine oturur ve izleyicilerine güzel bacaklarından bir tutam izletirdi. Erkek müşterileri vardı her zaman. Yani erkektiler. Şarkı bitip bacak kapandığında sigara yaktı izleyiciler. Burada sigara içme dedi, caminin avlusunun köşesindeki sakallı adam. Her yeri kirletiyorsun. Hem dilenip hem de sigara içiyorsun “olmaz ki ya” yı da ekledi. Cık cık ladı. Geç kalmıştı canı sıkkındı adamın belliydi. Cami dağılmaya başladı elinden sigarayı attı. Avluyu kirletti. Sakallı adam dönüp baktı. Tövbe tövbe dediğini duydu. İyi para topladı. Köpeklerinin şansı, kendisinin şansı olmadığı belliydi. Köpeklerin kendisinden daha şanslı olduğunu düşündü. Belki birkaç kedinin de şansı olabilir ya da arada bıraktığı yemekleri yiyen farenin de. Hızlı adımlarla paralarını sıkıca tutarak bakkala girdi. Bir ekmek biraz da zeytin aldı. Ekmeğin parasını almadı bakkal. Sadaka niyetine dedi. Askıdaymış ekmek. Keşke iki tane isteseydim dedi içinden. Zeytinin parasını verdi. Pahalıydı zeytin gramla satılıyordu. Kiloyla alanı görmemişti daha. Ya da askıda olanını. Zeytin askıda olsaydı daha çok işine yarardı. Askıya ucuz şeyler asılıyordu hep. Ekmeğinin yarısını parçalayıp köpekler için kenara koydu. Kendisi de oracıkta zeytinini ve kalan ekmeğini yedi. Barakasına gidip biraz olsun ısınmak için yolun karşısına geçti. Bir araba hızlıca durdu yanında. Dikkatliydi şoför. Frene basmıştı kadın aniden yola çıkınca. Dikkatli ol lütfen dedi şoförüne az daha çarpıyorduk kadına. Efendim kırmızı ışıkta geçti, aynadan kadına bakarak. Gazetesinin magazin sayfasını okuyordu o esnada, güzel kadın ve erkekler vardı. Baktı kendisini görmediğine sevindi. Hiç sevmezdi magazinde görünmeyi. Gördüğü güzel bikinili bir kızın yerine kendisini koydu. Usulca göbeğini ve basenlerini yokladı. Bikiniyi sevmişti. Kızı değil. Sayfayı çevirdi. Bu kez birçok erkeğin dikkatle dinlediği anlaşılan bir kadın vardı fotoğrafta. Ceket pantolon giymişti. Çok şıktı. Güzel değildi ama çok şık ve güçlüydü. Kıyafetten olsa gerek diye düşündü. Onun yerine de koydu kendini. O da ceket pantolon giyerdi çoğunlukla. Müşterileri ona güven duymalıydı ki paralarını emanet etsin. Kış günlerinde siyah kaşe kabanını da muhakkak giyerdi. Aksi halde sahnede terlemiş olduğu için eve taksiyle bile gitse kesin hasta olurdu. Yine öyle yaptı paltosunu omuzlarına atarak biraz önce kendisine bakarak hayallere dalmış izleyicilerinin arasından geçip bekleyen taksiye bindi. Araba evin bahçesi ile caddeyi ayıran büyük kapının açılması ile içeriye doğru sessizce süzüldü. Kapının önünde yavaşça durdu şoför ve kapısını açıp iyi akşamlar efendim. Sabah çıkacak mıyız yine diye sordu. Evet yine aynı saatte fakat bu kez bankaya gideceğiz dedi. Eve girip banyoya doğru yöneldi. Makyajını silip sıcak suyun altına bıraktı kendini. Sıcak su bütün kirli kokuları temizledi yavaşça. Tekrar çay almak için demliği bardağa doğru eğdi. Biraz daha eğdi. İnce sızıntı halinde biraz dem döküldü bardağına. Tekrar çay demleyemem. Kahve içerim birazdan. Kahvesini alıp televizyonun karşısına oturdu. Son çayı alan neden yenisini demlemiyor diye yüksek sesle söylendi sonra. Arkası dönük olduğu halde herkesin ona baktığını biliyordu. Keşke kahve sevseydim diye düşündü. Gazetedeki kadın kesin seviyordur. Ben de seveceğim bundan sonra. Köpekleri büyük bir iştahla ekmekleri yerken aç insan ile aç hayvan arasında pek de fark olmadığını düşünüyordu acı fren sesini duyduğunda. Ölseydi karnı tok olacaktı. Köpekleri de öyle. Keşke frene basmasaydı dedi içinden. Yolun karşısına geçerken. Barakasına ulaştığında birkaç odun parçasını soba niyetine kullandığı tenekeye koydu altına gazete parçalarını sıkıştırıp tutuşturdu. Yanan gazetenin kıvrılan kenarında bir fotoğraf gözüne ilişti. Nedense çok tanıdık geldi. Güçlükle okudu ismini kadının Angelina Merker.
Televizyonda öncelikle ekonomi haberlerini izlemeye koyuldu. Almanya cari fazla vermişti yine. Kıskandı Alman vatandaşları. Angelina Merker konuşuyordu haberde. Ceket pantolonu gri renkteydi. O da yarın aynısını giymeye karar verdi. Yarın için hazır olsun diye koltuğun üstüne çıkardı şimdiden. Bu huyunu severdi. Sabaha karşı ve hatta insanların uyandığı saatte o yeni uyuduğu için geç saatlere kadar uyuyabiliyordu. Kıyafetini önceden hazırlamak işini çok kolaylaştırıyordu o yüzden. Ekonomi kanalında aradığı haberi bulamayınca Alman kanallarından birini açtı. Tam zamanında dedi. Şimdi konuşmasını izleyebiliyordu. Cari fazladan bahsetti yine. Ne çok bahsetmişti. Almanca olmasına karşın anlayabiliyordu söylenenleri. Türkçeden başka İngilizce, Almanca, Fransızca ve İspanyolca da biliyordu. Rusça için ise çalışmaları devam ediyordu. Globalleşen dünya da Çince de önemini artırmıştı gerçi ama şimdilik tercümanla işi çözüyorlardı. Euro bölgesinde istikrar devam ediyordu Almanca. T.C. Merkez Bankası Rezervleri nerde diye soruyordu muhalefet partisi. İktidar "yerinde yahu. Nerde olacak". Çok sağlam bir ekonominin üzerine Ekonomik Reform Paketi açıklanıyordu.
1.1.Harcama Disiplini
1.2.Kamu Borç Yönetimi
1.3.Vergisel Düzenlemeler (Direk vatandaşla ilgili)
1.4.Kamu Alım İhaleleri
1.5.Kamu-Özel İş Birliği (KÖİ)
1.6.Kamu İktisadi Teşekkülleri (İktisadi devlet kurumları)
Maddelerinden oluşan Makro Ekonomik Politikalar
2.1. Fiyat İstikrar Komitesi
2.2. Erken Uyarı Sistemi
2.3. Gıda Kaybı ve İsraf (Ülkemizin dinine göre Haram)
2.4. Enflasyon Ataleti
Maddelerinden oluşan Fiyat İstikrarı ve yine 3.1. ile başlayan daha çok finansal sektörü ilgilendiren bazı daha doğrusu altı tane daha madde ile özetleyebileceğimiz, Ana konusu Cari Açık ve İstihdam Politikasının oluşturduğu Ekonomi Reform Paketi tüm halkımıza hayırlı olmak üzereydi.
Sıkı para politikalarını uygulamayı sürdüreceğimizi bildiren hükümetin en yetkili ağzı Merkez Bankası ile uyum içinde olacaklarını da ayrıca altını çizerek belirtiyordu. Güçlü duruşumuza bazı düşmanlara rağmen devam edeceğiz deyip cari açığı diline dolayanlara, kayıp bir miktar para için ver yansın edenlere çıkışıyordu. Ayrıca istihdam, döviz kurları ve altın fiyatları haa bir de unutuyordum real sektör borçları kafaya takılacak şeyler değiller biz buradayız evvelallah’ın izniyle çözeceğiz diyordu. Türkçeydi bu.
Sepet fonda kalmalı diye düşündü. Yatırım uzmanı ile bir görüşme yapmak üzere asistanına mesaj yazdı.
Çay kalmadığına canı sıkıldığı ve kahveyi sevmediği için yapacak bir iş bulamamış ve yatağına oturup duvara yaslanmıştı. Biraz önce dinlediği devlet başkanın söylediği bir kelimeyi düşünüyordu. Parite demişti galiba. Ne olduğunu hiç bilmiyordu. Nedir parite yahu. Konvertible olan iki farklı döviz cinsinin birbiri cinsinden değeridir efendim. Dedi. konvertıble ise başka bir ülkede işlem görebilen yani alınıp satılabilen yabancı ülke parası demek efendim. Anladım dedi. Ama hiç param yok yani şu anda yok dedi. Neden sordunuz o zaman efendim. Kızmıştı biraz. Birkaç cumadan sonra olur diye düşündü. Köpekler ve benim için lazım. Sırada bekleyen diğer müşteriyle göz teması kurarak gülümsedi. Buyurun efendim dedi. Kalkması gerektiğini anlayan müşteri daha sonra yani birkaç hafta sonra uğrarım ben diyerek uzaklaştı. Yeni gelen müşteri ile konuşması uzayınca birazdan sahne alacağı için izin istedi. Yatırım uzmanı bir sürü evrakla hazır halde bekliyordu. Gelince hemen konuya girdi. Sepet en iyisi efendim dedi. Bir de şu cari fazlası olan devlete ait borçlanma kağıtları alınabilir. Üç ay sonra yeniden gözden geçirebiliriz. Çalışanlarımızın eğitim masrafları hayli arttı. Bu dönemde yaşanan duruma göre dijital eğitim yapılabilir. Evlerinden çalışanlar çok dinlemiyorlar, genelde ekranı açık bırakıp balkonlarında çay sigara içiyorlar ama olsun. Evde içmelerinden iyidir. Değil mi efendim? Karar yine de sizin.
Son bir sigara içelim öyle git gideceksen…….
Ne olur yavaş iç yavaş iç dönmeyeceksen……
Orkestra
Son bir sigara içelim öyle git gideceksen……
Ne olur yavaş iç yavaş iç dönmeyecekseeeennn……
Alkışşşşş alkışş daha çok alkış ve sigara yaktı yine izleyiciler. Yok efendim burada sigara içilmiyor. Biz üst katta mutfakta içiyoruz ama sadece çalışanlar. Dışarda bir yerde içmelisiniz. İsterseniz gidip gelin ben sizinle ilgilenirim yine. En iyisi içmeyin.
İçmeden yapılmaz bu iş. Sarhoşun ayyaşın derdi çekilir mi? ayık kafayla olacak iş değil. Kulise müşterisinin gönderdiği viskiyi içerken bunları düşünüyordu. Acaba Jack Danlies mi bulmuştu viskiyi? İyi etmişti kim bulmuşsa. Hangi masadan demişti garson. Unuttu şimdiden. Yaslandığı yerden kalktı ve bir iki volta attı koğuşta. Hepsi kendi halindeydi ama biri hariç. O nu hiç sevmiyordu. Zaten işyerinde de en çok onunla rekabet içindeydi. Gözünü ondan ayırmadı. Pencereden gelen rüzgârı kokladı. Tutuşturduğu ateşin sıcağı onu kendine getirmişti. Odun az kalmıştı. Yemek de öyle ve cumaya bir hafta daha vardı. Çıkıp biraz daha para ve odun toplamalıydı.
Rıhtıma inmeye karar verdi. Yolcular belki de denizden sağ salim geçebildikleri için biraz cömert oluyorlardı. Evet rıhtım iyi fikir. Son gemi de gelmek üzeredir. Uzaktan geminin düdüğünün sesi duyuldu. Başını o yana çevirdi. Gözlerini kapattığında görebiliyordu ancak. Ama yine de duvarlar çok kalın dedi içinden. Kokusu gelmiyor denizin. Köprüde tadilat var efendim gemiyle geçmeliyiz karşıya. Evet arabalı vapur. Ben sizin için her şeyi ayarladım. Merak etmeyin. Müşterisi karşı taraftaydı ve bugün ziyaret etmesi şarttı. Görüşme iyi geçmişti. Yarın kararını bildirecekti zengin adam. Aksilik işte hiç de sevmezdi deniz yolculuğunu, iskelede beklerken geminin yanaştığında çıkardığı garip sesten hep ürkmüştü. Birazdan iner yolcular, hadi bakalım bismillah, iyi olur her şey. Bu satışı da kaptık mı bu ay da tuttu demektir. Artık o şıllık düşünsün. Vapurdan arabasının arka koltuğunda olduğu halde tedirgin şekilde inen genç kadın kenarda bekleyen dilenciyi gördü. Biraz para verelim kadına dedi. Şoför camı biraz indirdi ve hatırı sayılır bir para uzattı dilenciye. Şaşırmıştı kadın ne kadar çabuk geçmişti gemi karşı yakaya herkes eve giderken o iş yerine doğru gitmek için taksiye yöneldi. Vapurun sesini İstanbul’u dinler gibi gözleri kapalı dinledi rıhtımda inen yolcuların telaşını izledi. Birazdan o da onların arasına karışacak ve bilinmeyene doğru yol alacaktı. Elindeki paraya baktı dilenci kadın. Çok korkmuş olmalı diye geçirdi içinden. Teşekkürler beyim dedi şoföre camın kapandığını fark etmeden. Bir gün daha bitmek üzereydi ve insanlar koşuşturarak bir yerlere yetişiyorlardı. O ise sadece gözleri kapalı, sırtı duvarda onları izliyordu ranzasında.
Sabah alkış sesleri ile uyandı. Koğuşta herkes neşe içinde oynuyor halaylar çekiyordu. “Af çıkacak, af çıkacak, af çıkacak af çıkacak”. Ne olacaktı şimdi. Bu adam pavyonda çalıştığını duyarsa kesinlikle yaşatmazdı onu. Kaçmalıydı ama nereye. Haber gelmişti. Müşteri olumlu karar vermişti. Bu çalıştığı bankanın en büyük satışlarından biriydi. Çok sevinçliydi. İşe nerdeyse uçarak gitti. İçeri girdiğinde toplantı salonunda büyük müşterilerinden birinin onu beklediğini iletti sekreteri. Sorun olduğu her halinden belliydi. Bu en son Kıbrıs’ta iş yaptıkları bir firma idi. İyi ama neden direk onu görmek istemişti. Göz göze geldiklerinde iş tamam dedi eliyle zafer hareketi yaparak. Onun kıskançlıktan çılgına döneceğini biliyordu haberi duyunca. Nasıl anlatırdı ona pavyonda çalışmak zorunda kaldığını, yoksa aç kalmak üzere olduğunu, tam zamanında yetişmişti bu adam. Arabanın camından uzattığı para onun belki de bir ayda toplayabildiğinden fazlaydı.
Bir hafta çabucak geçmiş ve söylenti gerçek olmuştu. Af çıkmış herkes bavulunu toplamıştı bile onun ise sadece birkaç eşyası vardı, kulise son bir göz gezdirdi alması gerekenleri almıştı. İzini kaybettirmek için acele etmeliydi, yavaş adımlarla evinden sahile doğru yürümeye başladı, boğazın nefis yosun ve ayrılık kokusunu burnuna çekmek bugün için verdiği en iyi karardı. Bu karar işlerini belki biraz zora sokmuştu ama yapmak zorundaydı artık o müşteri ile iş yapmama kararı yerine yenisini bulma ve daha doğrusu kaybetmiş olma duygusu onu evden çıkmaya zorluyordu. Çıkışta herkesi birileri bekliyordu. Güzel bir gündü güneş güzel ve yakıcı idi. Burnuna denizin iyot, yosun ve balık kokusu ele ele tutuşarak geldi ve yönünü bulmasını sağladı. Biraz sonra iskelede yanaşan vapurun gürültüsü ile beklerken buldu kendini, kafasını kaldırdığında yürüyüş için seçtiği bu yolun tesadüf olmadığını boğazda bir gezintinin kendisine çok iyi geleceğine karar verdi, son kez boğaz turu atıp ayrılmak istedi İstanbul’dan. İskelede vapurun düdüğü sadece onun için çalıyor gibiydi. Yoğun geçen hafta içinden sonra sıkça yapardı boğaz gezisini, yine rahat kıyafet ve ayakkabıları ile saçlarını rüzgâra bırakıp boğazın enfes kokusunu içine çekmek iyi fikirdi.
Vapur homurtu ile iskeleye yanaşıp yolcularını almaya başlamıştı. Başka bir iskeleden geldiği için neredeyse oturmaya hiç yer yoktu. Çok iyi dedi dilenci kadın oldukça kalabalık bugün de iyi para toplayabileceğini düşündü.
Oturacak yer bulamayan yolcular parmaklıkların kenarında ayakta duruyorlardı. Kadınların etekleri ve saçları rüzgârlanıyor, güzel kokuları diğer yolculara doğru yol alıyordu. Rüzgâr sert estiğinde ise eteklerini bir elleriyle kapatıp uçmasını engelliyorlardı. Kimi yolcular üzülüyorlardı bu duruma. Belki de sadece bunun için özellikle rüzgârlı havalarda binenler vardı vapura.
Vapur bir dalgaya bindirdiğinde biraz sendeledi, bir çocuk düşecek gibi oldu kadınlardan ikisi tuttular çocuğu. O ara çocuğun elindeki simit düştü. Bir martı denize ulaşmadan yakaladı simidi. Çocuk üzüldü bakakaldı arkasından. Vapur dalgaların üstüne binerek bir dalgadan diğerine yol alıyordu.
Güneş sıcak ve gökyüzü pırıl pırıldı.