top of page
  • BELGİN ÖNAL

Sevda Dolu Bir Yaz’da Füruzan



Füruzan’ın Sevda Dolu Bir Yaz* adlı öykü kitabından yola çıkılarak kaleme alınan bu metin, üç ayrı öyküye saklanmış küçük kız çocuklarının sevgilerine, ayrılıklarına, hüzünlerine dokunabilmek amacını taşır. Füruzan’ın içinde neredeyse hiç büyümeyecek, yaşlanmayacak biçimde korunup kozası örülmüş çocukluğu bütün öykülerinde yer alır. O kız çocuğunun gözlerinden görür, kulaklarından işitiriz her şeyi. Küçücük, kırılgan kalbinin dehlizlerinden sözcüklerle geçerken sevmelerin kırılmalarını yaşarız.

Füruzan’ın, yani o küçük kızın, göğe doğru yükselen balonunun ipini hâlâ elinde sımsıkı tuttuğunu, bırakamadığını, bırakmanın kendi elinde olmadığını anlatışını okuruz öykülerinde. İçimizdeki çocukluk yaralarının bizleri bırakmadığını bildiğimiz gibi.

Yaşamın bütün gizli saklı kuytularını, köşe bucak yerlerini öğrenip saklanmaya çalışsa da, yazarın okuyucuyla göz göze gelmelerinden anlarız aslında yakalanmak istediğini. Bu kitap, sobelenmiş o kız çocuğunun öyküsüdür bir anlamda.

İlk öykü, kitaba adını veren öyküyle başlar: “Sevda Dolu Bir Yaz”. “Şarkılar Kitabı” adlı bölümde ise, “Birinci Yaz Şarkıları” ve “İkinci Yaz Şarkıları” başlıklı öyküler yer alır. Her bir öyküde baba sevgisi ve özlemi, aile bağlarının vazgeçilmez ve içimizi çizen çentikleri, yaşamın, kaderin ve kederin büyüklerle birlikte çocuklar üzerindeki derin izleri Füruzan’ın tezgâhında yeniden dokunarak zamansız öykülere dönüşür.

“çünkü ayrılık da sevdâya dahil çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili”

Attilâ İlhan

“Sevda Dolu Bir Yaz”

Füruzan en çok da ayrıntıdır ve bu oya gibi işlenmiş ayrıntılarla bizi bir filme götürür sanki. O filmi izler gibi okuruz öyküleri. Görebilmemizi sağlamak için hiçbir zerreyi atlamaz anlatırken. Çünkü bütün çocukluk ve hayat dokusu; duygu, koku, dokunuş ve bir iç çekiş olarak o ayrıntılara tutunmuşlardır. “Bahriye yakalısının önündeki ipekten kurdelası lacivert, havuz yakalısının etekleri plili, kayısı renginin en uçuğundan dikilmişti, eteğiyle yakası margarit, deseni aplikeydi.” (s.23)

Füruzan, çocukluğundan bu yana sözcüklerin yanında; ayrıntıları, unutmaktan korktuğu hüzünleri de biriktirir bir yandan. Anı koleksiyoncusu becerisiyle sıralar bunları kalp defterine. Usul usul, hiç acele etmeden kalbinden öykülerine aktarıverir büyük bir dikkat, özen, titizlik, disiplin, hatta kendisine karşı dahi acımasız bir yargılayışla.

Yoksulluk ve varsıllık teması, Füruzan’ın öykülerine demir atmış gibidir. Köşklerin, konakların köşelerinde, kapı diplerinde yaşayan yoksun kızları dile gelir. Gelir ki, zaman onları yiyip yutmasın. Yoksa hiç yaşamamış gibi yok olacaklardır. “Hayat… Gözünü açıyorsun varsın, kapıyorsun yoksun.” (s.10)

O, zamana karşı öyküleriyle direniş gösterir. Zamanın ve hayatın acımasızlığına karşı sözcükleriyle savaşır. Tartışmasız bir zaman mücadelesi, sessiz bir inatlaşma, bir suskun savaşın tozu, bulutu sezilir satır aralarında ki bu, incelikli ve narin bir savaş alanıdır zamanın arenasında.

Füruzan, kalbimizden söküp atamayacaklarımızı başka başka ayrıntılarla teyeller ve bunların her birini seçtiği ayrı ibrişimlerle zamanın kaygan örtüsüne özenle diker. Çünkü zaman, insan kalbi dışında nerdedir ki zaten? Zamana direnen en güvenli yer orasıdır ve Füruzan bilir bunu. Kalbe doğru, kalp için yazar. Her şey orada saklansa da zamanın dahi gücünün yetmediği, kapısından çaresizce geri döndüğü, yenildiği tek yer orasıdır.

Yalnızları, yalnızlığı, küçük kırılgan kızları, incinik kadınları, yoksulluk ve kimsesizlik içinde yaşama daha en başından yenik başlamışları sarsıcı bir duyarlıkla yazar Füruzan. Kendi halinde, gürültüsüzce yaşayanları, onların utangaçlıklarını, içe kapanık dünyalarını, kendilerini hapsettikleri kozaları içinde yaşadıklarını gösterir bize. Onların suskunluklarına saygı duyarak dile getirir onların anlatamadıklarını. Öyle ustalıkla yapar ki bunu, o sessiz sözcükler okuyanın kalbinde derin oyuklar açacak meteor yağmurlarına dönüşür. Toplumsal yaşamın, siyasilerin, ana babaların, seçemediklerimizin bize yaşattıklarını yazar. Hırpalanmış çocuklar, onuru zedelenmiş insanlar, kusurları ve masumiyetleriyle yaralanmış kadınlar canlanır o bin bir türlü ayrıntıda. Zaman geçse de insan aynıdır ve bunu öğreniriz öykülerde. Zaaflar, kederler, kadınlar, erkekler, aileler. Vitrinler değişse de içeride satılan hüzünler aynıdır zamanın dükkânında. Oraya girip, ellerine tutuşturulmuş hazin öyküleriyle çıkarlar. Eskimeyen ve yok olmayanlar aynıdır herkes için, sadece şiddeti başka başka yaşanır deprem gibi; kadında, erkekte, hele ki kız çocuğunda.

Bir aile, babaanne, baba, anne nasıl yer eder bir çocuğun kalbinde ve içinde nasıl örer kederlerini, sevgiyi, kırık dökük umutlarını? Füruzan işte oradadır ve abartısız, sade bir köprü yaratır okuyucusu ile kahramanları arasında. Sanki bir film kamerası kâh okuyucuya kâh kahramana doğru yaklaşır ve filmin içinde buluruz kendimizi. Geçmişle şimdi arasında seke seke gidip gelirken çoktan filmin başkahramanı olmuşuzdur. Çünkü okuyucusunu yazar Füruzan. Duygu ortaklığı, aynı kederlerle şerbetlenmiş kadın incinmişlikleri, o küçük kızla aynı sokakta buluşturur bizi. Şefkatle başınızın okşandığını, anlaşıldığınızı hissederek okursunuz o kahramanla aynı karede kendinizi yakaladığınızda. Tanışıklık, aşinalık, bilindik, samimi bir şeyler vardır o öykülerde, hiç yabancısı olmadığınız. İçten içe sevinirsiniz sebepsiz. Bu, Füruzan’ın kalbinize dokunan ışığıdır. Onun sözcükleri, içinizdeki dağınıklıkları ait oldukları yerlerine koyar. Bunu o kadar sahici yapar ki, siz bir okuyucu olduğunuzu çoktan unutmuşsunuzdur. İyilere, yaptıkları hatalardan ötürü kızamazken, kötüleri de bir türlü suçlayamazsınız. Çünkü insan halleri anlaşılınca hafifler, öfkeden arınır. Yaşamın gelip geçiciliği, sahteciliği içinde tek gerçek, o yaşanmışlıklardır sonuçta. Aile ne de olsa hiç kimsenin cenneti değildir ve bu bilinerek okunur kahramanların cehennemleri. Çocukluğunuzdan içinizde düğümlenmiş ne varsa usul usul çözüldüğünü hissedersiniz. Füruzan; karışık çileleri sabırla, telaş etmeden, kendince çözer siz öyküleri okuyadururken. Çünkü “Çocukken yaşananlara önem verilmeli.”dir onun dünyasında. (s.15)

Toplumca dışlanmış, bayağı kabul edilmiş utançları irdelerken sendelemezsiniz içinizdeki yarılmalara rağmen. “Hafifmeşrep kızlar, hoppa hanımlar olmasa delikanlılarımız kendilerini nasıl bilecekler, değil mi büyük hanımefendiciğim?” (s.19)

Yazarımızın öykülerini okurken, yaşanan hiçbir şeyin yok olmadığını, tene, belleğe, yüreğe bir daha asla geçmeyecek sağlamlılıkla yerleşmiş olduğunu fark edersiniz yeniden. Öyle inandırıcıdır ki Füruzan, sizin yaşanmışlıklarınızın gizli tanığı olduğunu düşünürsünüz unuttuklarınızı dile getirirken. İçinizde, kursağınızda kalmışların, acılarınızın yazarıdır ya da yaşadığınız güzel şeylerin burnunuzdan getirilişlerin. Yoksulluğu, dışlanmışlığı, dağılmışlığı öyle sevgiyle, öyle ayrım yapmadan işler ki, yaşamın döngüsünde herkesin aynı paydada olduğunu anlarsınız aslında. Varsıllığa rağmen yaşam acı konusunda eşit davranmıştır herkese. Sadece acının yaşanış biçimleri başkalaşır yoksullaştıkça, yalnızlaştıkça. Köşkün merdivenlerinden, çalışanlarına heybetiyle emirler yağdıran babaannenin de yükü en az hizmetliler kadar ağırdır. “Onur, umur görmüş aileyle akraba olacağız. Seçilmiş münasebetler bahtiyarlığın asıl temelidir.” (s.19) Soylu olmak da zor iştir, alışkanlıkları, devam ettirilmesi gereken yolları, yordamları, usulleri vardır ne de olsa.

Yaşam herkesi kendi bildiğince terbiye ediyordur ama bir kız çocuğu için baba çok şeydir. Anneyi de babayı da eşit kefeye koyar Füruzan. Bütün kahramanların ortaya seriliş nedenleri vardır öykülerde. Hepsi haklı çıkar kendi kaderlerinde. Ama anneler ve çocuklar arasında o görünmez, uzak mesafelere rağmen güçlü bağ mutlaka karşımıza çıkar ve hiç kimse o bağı çözemez. Kader bile. Geçmişe dönülür, büyümüş o kız hâlâ aynı keder ve özlemle o annenin, babanın küçük kızı olmayı ister. Büyümek, hiç bitmeyen çocukluğu taşımaktır yürekte. Yaşam, çocukluktan başlayıp yine çocukluğa dönen uzun bir yolculuktur. Öykülerde okunan, Füruzan’ın kendi çocukluğundan bu yana yaşam karşısında soğukkanlı duruşunun gölgesidir. Çocukken kırılan bir kalbi başka hangi güç bir daha kırabilir ki? Ondan sonraki kırılmalar ancak yaşama tutunurken verilecek mücadeleyle, eğilmeden dik duracak vakardan başka bir şey olamaz artık. Yaşamı çocukken kavrama becerisi gelişmiş bütün kahramanların tavrıdır bu. Herkeslerden önce acıyı, terk edilmişliği, yalnızlığı, sevilmemezliği, yalnızlığı tatmış bütün kahramanlar yaşama hazırlıklıdır. Şaşırtmacası kalmamıştır artık yaşamın. Bilirler. Çünkü yaşam böyledir. Gözlerimize acı acı saklanır duygular, kokularını alır, sezersiniz ve bu daha da dokunaklıdır okuyucu için. Utangaç acılar daha da çok yer eder içinizde. O kahraman biz oluruz ya da zaten oyuzdur. Yaşamın bütün sakillikleri Füruzan’ın ince eleğinden geçtikten sonra yerini alır. Sanki öykücü, kurmacacı değildir de; olanı ayrıntılayan, birbirleriyle ilgisiz gibi duran her duygunun o görünmez bağlarını okurken bize kurdurtan, öyküyü bize yazdıran büyücüdür.

Yaşanan onca acının içindeki birkaç mutluluk ışıltısını da dile getirir Füruzan. Çünkü yaşamda böyle şeyler de vardır, az da olsa. Sessiz ve kimsesizlerin öykücüsüdür Füruzan. Gürültü çıkarmadan, çocukluktaki yaraları kanatmadan dokunur. Unutulanları canlandırması, yeniden diriltmeye çalışması zamanın acımasızlığına karşı; kederleri küçük mutluluklarla karıştırıp sözcükleriyle iyileştirici merhemler yaratan öyküler yazmak içindir. “O günlerde, dokunaklı bir şarkı bilmeyi ah ne de çok istemişimdir.” (s.32) Bu istek için yazar. Çünkü söylenmemiş pek çok duygu kalmış, çökmüştür insanın ruhuna.

“Sonra aradan pek çok yaz geldi geçti… Hiçbiri asla o yaza benzemedi. Çünkü babamla benim sevda dolu yazımızdı. O sıra bir babam vardı elbette… Vardı…” (s.34) Kader karşısında susar çocuk. Yaşamın kendisi en doğru bildiğimiz yanlıştır.

Kaçmaya çalıştıkça peşimizdedir kader. “Hatıralarımı yeniden canlandırmak, bir çocuk sahibi olabilmek için kötü bir evlilik sayılmazdı benimki.” (s.36) Yaşam zaten güvenilmezdir. Ana baba bile gün gelir küçük bir kız çocuğundan vazgeçer ve o çocuğun anılara tutunmaktan başka çaresi kalmaz. “Babamın kızı olduğumu sandığım yazlardan başlayarak kuşları, böcekleri, çiçekleri bir de çocukları sevmeyi öğrendim.” (s.40)

Yarım kalmışlık, bir yere ait olamamak, hele ki bir kız çocuğunun tek variyeti sayılabilecek baba kucağına sahip olamamak, koca bir oyuktur her genç kadında. Okurken kendi suretinizle karşılaşırsınız kaçamak bir bakışla. Gerçek olan duygudur yaşamda. O böyle tortuları anlatır. Öyle dokunaklıdır ki sözcükleri, insan gidemez bir türlü. “Baban yok. O da seni görmeyi beklemedi. Büyükler niçin böyle yaparlar anlayamıyorum. Hem çocuk sahibi olacak kadar onları severler, hem de terk ederler.” (s.58)

Bunun için yazar Füruzan. Yaşananlara, yaşanamamışlara, hüzünlere dahi sadakatini göstermek için. Çünkü her şey, herkes bırakır insanı, sözcüklerden başka. Onun öykülerini okumaya başlarken ve bittiğinde, içinizde açmayı bekleyen bir gül goncası bırakıldığını hissedersiniz. Bu, Füruzan’ın kalbinden size geçen kırık bir sevginin toprağında açmaya başlayan gülün kokusudur. Hâlâ küçük kız çocuğudur ve öyle masumlukla, öyle yalın yazar öykülerini. Acıya rağmen sevgi dolu ve bağışlayıcıdır. Çocuk kalbiyle yazar. Onu sevmenizin sebebi budur. Anlarsınız kahramanların hallerini. Anlayınca sevebilmek, affedebilmek kolay olur. Affetmek asla unutmak olmamalıdır ve o bunun için yazar kırgın bir bağışlayıcılıkla. Yaşananları yok sayamayız, ne olursa olsun, içimizdeki yerlerini almışlardır bir kere. Yaşamın, kuralların, olması gereken ve gerekmeyen ilişki kalıplarını kabulleniş vardır. “Kesinlikle ağlamamam gerektiğini iyice anlayıvermiştim.” (s.34)

Küçük kızların katışıksız, incelikli gözlerine yerleştirilen kameralardan okuruz öyküleri. Güçlü baba özlemi, geride kalış, istemeden kopuşlar içimizi acıtır. Vedalı dünyada veda etmemek için öyküler yazar Füruzan. Bizi bırakmamak için.

“Birinci Yaz Şarkıları”

Zamana yenilmemenin tek yolu, unutmamaktır Füruzan için. “O ilkyazı asla unutmadım. Çocukluğumun en büyüleyici yazıydı. Çünkü ondan öncekileri anımsamıyorum. Geçmiştekileri, büyüklerim sonraki yıllarda anlatacaklardı bana. Onlar benim yazlarım sayılmazlardı ki.” (s.45) Çünkü sadece anımsayabildiklerimiz bizimdir. Yaşadıklarımızı kalbimizde müebbete atan ve sonrasında onları muhabbetle bekleyen bekçiler gibiyizdir. Arada bir beliren anıların içinde bir de gamzeler vardır Füruzan’da. Mutlulukların saklandığı gizli sığınaklardır bunlar. “Sağ yanağında çukur oluveren gülümseyişiyle.” (s.46) Çokçası da, yağan yağmurların içinden çıkıp bizi neşelendiren gökkuşağının saklandığı yerlerdir o çukurlar.

Şık, özenle seçilmiş kumaşlardan Rum terzilere diktirilmiş elbiselerin içindeki güzel kadınların hüzünlerini, onları incitmeden, Amoroza emprimelerine leke sürdürmeden incelikle anlatmasını bilir Füruzan. Yaldızlı kumral saçlarına, cezayirmenekşesi maviliğindeki gözlerine hafifçe dokunarak başarır bunu.

Doğayı hep yanınızda hissedersiniz Füruzan’ı okurken. Leylak moru, uçuk leylak kokusu, limon kolonyalı esinti, ırmağın cam kesiği mavisi, yaban incirinin tüten kokusu, asmalı, bol sardunyalı, erguvan pembeli, turunculu, sakız akı, boy atan ısırganlar, bodur dikenler, güller, hanımeliler, kayısı dantelli yastıklar, mavi çiçekli banyo fayansları, papağan desenli sabahlık, yediveren gülleri, mimoza kokuları, yaprak hışırtıları, kuş sesleri, kokuları, sesleriyle bize eşlik ederler öykülerde. Kız çocuğu doğanın, renklerin ve seslerin içinde yapayalnızdır yine de, çünkü sevginin yerini hiçbir şey dolduramaz.

Füruzan’da temizlik de oldukça belirgindir. Kar beyazı giysiler, sabunlarla ağartılmış yerler, ütü kokusu üzerine sinmiş giysiler, dip doruk yapılan ev temizlikleri, hiçbir şey içimizdeki isi, karayı silemez. “Ağlamayın artık susun. Uzatmayın, bu çocuğu da kedere, gama alıştırmayın. Şimdiden içi kırılmasın biricik torunumun. Onun önünde upuzun bir hayat var, bizleri ileride mesut hatırlasın.” (s.63) Böyle içimize su serpen satırlar da okuruz bazen. Vardır, olmuştur bizi seven, düşünen, yaşamı önceden bilip korumak isteyen. Sevgi de olmasa iyice korunaksız kalırız bu ölümlü, ayrılıklı dünyada. “Umut kesilmez, sakın ha… Bütün bu azizler, peygamberler, acılarımızın yoldaşlığını yapmak için değil midir?” (s.64)

Minicik kalplerine acı dolan küçücük kızlar, çocukluklarına tutunup büyürler bir çırpıda. Füruzan asıl söylemek istediklerini hiçbir zaman olduğu haliyle, bütün çıplaklığıyla anlatmaz aslında. Ama anlarız yazdıklarını okurken, içine sakladığı kendi öykülerimizle karşılaştığımızda. Sihirli sözcükleriyle illüzyonlar yaratır kalbimizde. Gösterdiği ile göstermek istediği arasındaki o derinliği bize bırakır. Okuyucusundan öykücü yaratan öykücüdür o. Bize bıraktığı ayrıntı izlerinden yürüyerek anlatmak istediği acılara ulaşmamızı ister. Onu okurken kaleydoskopun içine bakıyoruzdur adeta. Kaybettiğimiz çocukluğumuz için yazar Füruzan. “Yıllar, yıllar sonra bunun çocukluğa özgü bir mutluluk olduğunu öğreniyorum. Büyük bir arınmanın, gönlünce alıp başını gidebilmenin ilk müthiş duyguları bunlar.” (s.76)

Çünkü insan çocukluğuyla hesaplaşmadan bir adım atamıyordur, çakılıp kaldığı yerden. Belki de atmak istemiyordur gerçekten.


“İkinci Yaz Şarkıları”

“Ah keşke bizler de çocukluğumuzu unutmasak.” (s.91) Anahtar duygu, amaç, kilit noktası burasıdır Füruzan’da. O çocukluktur ki yaşamın, zamana direnen en kırılgan dönemidir, özenle saklanması gereken. Onun kucağımıza bıraktığı o kırık parçaları birleştirirken kendi çocukluğumuza ulaşırız farkında olmadan.

Rüyalar vardır bir de, gerçekliğin su üstünde oynaşan, şekil değiştiren belirsiz yüzü. Ağaçlar da rüyalar kadar bizimdir, bizimledir Füruzan’da. “Ağaçsız, şarkısız hayat mı yaşanır.” (s.93)

Unutmamak, yaşamın elimizde kalan halidir. Unutabilseydik belki de daha mutlu olurduk. “Sen olanların hepsini unut, emi yavrum. Bizleri de unut. Sen her şeyi muhakkak unut emi…” (s.95)

Bunu başaramadığımızdan, unutamadıklarımızdan öyküler yaratıp geçmişe olan vefa borcumuzu ödüyoruzdur. Füruzan bunu fısıldar yazarken. Bir de dostluklar vardır elbet, asla unutulmaması gereken. Çünkü sevebilmek vedalardan, farklı dillerde mırıldanılan dualardan bile daha güçlüdür.

Yaşamda hiçbir şey bir çizgide, cetvel gibi dümdüz gitmez. Severken bir dalga bizi üzüntünün kucağına atıverir anlamadan. Sevmek belki de insandaki ilk duygudur. Oradan başlanır yaşama ve belki de hata buradadır. Bir de sevdalanmak meselesi vardır ki bu son öykünün en can alıcı noktasıdır.

Kardeşler, onların sevgileri, karı-koca aşkları, yeğen torun, teyze, nine, dede bağlılıkları işlenirken bir yandan da ayrılıkların insan yüreğine düşen o kara gölgesi, tarumar edişi anlatılır öykülerde. Sevginin türleri, biçimleri, sarıp sarmalayışı olsa da o vedalar, insanı kendinden başka birine dönüştürmeye yeter. Abrakadabra, hokus pokus, trinka linka sihirleri vardır Füruzan öykülerinde. Bizi şaşırtan, büyüleyen, umutsuz yaşamlara, koyu gölgeli yüzlere, gözlere ve çene çukurlarına neşe yerleştiriverir.

Söyleyecekleri, dudaklarında, yüreklerinde kalmış kadınlar, küçük kızlar için yazar Füruzan. İçe dönük, sessizce, iç çekişlerini saklayanlar için yazar. İster ki, o suskunlukların nedenlerini bilsin herkes. Çünkü bilinince belki hafifler, o dinmeyen sızılar azalır, kalpleri yatışır. İlk kalp ağrısını yaşamak çocukluğa rastlamışsa eğer ki çoğunluk böyledir; insan yorulur, kalbi eskir, cezayirmenekşesi gözleri solar. Füruzan’da bunları öykülere dökmek kadir bilmektir ve bundan başka kalbe iyi gelecek, ruhu şad edecek bir şey de yoktur zaten. O kederler, sözcüklere tutunup yok olmadan yükleri azalsın diye yazar. Çünkü okumak ve yazmak insana iyi gelen şeylerdir. “Onun okuması lazım diyordu, sizler siz güzel kızlar sevgiyle yetinmeyi bildiniz, ama gelecekte böyle olmayacak inanın, dünyamız değişiyor, savaşları çabucak unutur oldu insanlar…” (s.146)

Babaların uzakta, erkeklerin dışarıdayken kadınların onların devinimleriyle, var oluş ve yok oluşlarıyla belirlenen yaşamlarını ayakta tutacak şeydir okumak. Yoksa savrulup gideceklerdir yaşamın orta yerinde. Yitikleri insanın yüzünde küle dönüşürken zamanla, o nefti yeşili gölgeyi bir nebze silebilmek için yazdığını anlarsınız Füruzan’ın. Bir sevmek kalıyordur geriye bu yaşamda. “Evet, haklısın, sevda mani kabul etmiyor. Hayatı da onsuz manalı yaşatmıyor elbette.” (s.153) Ama ölüme inat, sevgi her şeydir yine de.

“Acaba hayatta her saadeti bir arada tutabilecek bir sihir var mıdır?.. Bu ayrılıklara mani olmak için.” (s.158) Füruzan o sihri bulmuştur ve bize bulaştırmak, her saadeti tattırmak için yazmaya koyulmuştur. Seviyoruzdur Füruzan öykülerini ama belki de “Böyle sevmemek lazım, evet böyle sevmemek lazım artık biliyorum. Hayatın ifrata tahammülü yok”tur. (s.172)

Ama onun öyküleri yaşamın tahammülsüzlüğüne inat, oldukça kucaklayıcıdır. Bizi temelden sarsan ölümler, vedalardır aslında. Bizim gamlı, kederli günlerimizden sağaltıcı öyküler yaratır, ruhumuza merhem olan. Çünkü bilir Füruzan, zamanın oralardan geçemeyeceğini, çocukluğumuzu bizden kaçıramayacağını. Biz onun çocukluğuna başımızı yaslayıp yazdıklarını okuyorken; o ise dallarından öykü topladığımız bir ağaç olmuştur çoktan. Köküne ihanet edilemeyen, ondan kaçıp özgürleşilemeyen, veda edip gidilemeyen yüzyıllık bir ağaç.

Füruzan, Sevda Dolu Bir Yaz,

17. Basım, Yapı Kredi Yayınları,

İst. 2013.

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page